22 Şubat 2011 Salı

FİLM KRİTİK: PVC-1 (2007)

Bir grup haydut bir çiftlik evini basarlar ve orada yaşayan aileyi etkisiz hale getirdikten sonra ev sahibi kadının boynuna borulardan oluşan bir düzenek bağlayıp giderler. Sonradan anlaşılır ki bu düzenek bir bombadır ve aileden fidye istemektedirler. Ellerinde bu kadar para olmayan karı-koca durumu polise bildirir. Böylece bomba imha uzmanlarına ulaşmak üzere yola çıkarlar.

Film gerçek zamanlı ve kesintisiz tek bir plandan oluşuyor. Yani film doksan dakikalık tek bir çekimden ibaret. Film bu bakımdan oldukça ilgi çekici. Ayrıca hakkında yazılan övgü dolu yazılar da beklentileri iyice yükseltiyor. Ancak filmi son derece sıkıcı buldum. “Aman kadının ayağı takıldı, acaba bomba patlayacak mı?” tarzı gerilimli atmosfer oluşturma çabası yeterli olmamış. Vaat ettiğini veremeyen bir film.

http://www.imdb.com/title/tt1031951/

FİLM KRİTİK: Skyline (2010)

Jarrod eski bir arkadaşının doğum günü partisine katılmak için kız arkadaşaıyla birlikte Los Angeles’a gelir. Parti gecesi, eğlencenin verdiği yorgunlukla sızmış olan gençler yer sarsıntısı ve dışarıdaki parlak mavi ışıkla uyanırlar. Kendisine bakanları tuhaf bir transa sokup götüren bu ışık kaynakları bir süre sonra ortadan kaybolur. Gençler korku içinde neler olduğunu tartışırlarken gökyüzünden, mavi ışıktan daha korkunç şeyler iner.

Steven Spielberg’ün vasat War of the Worlds’ünü bile mumla aratacak kadar kötü bir ‘uzaylıların dünyayı işgali’ temalı bilim kurgu filmi. Hikayesi de oyunculuğu da yerlerde sürünüyor.

http://www.imdb.com/title/tt1564585/

16 Şubat 2011 Çarşamba

FİLM KRİTİK: 13B (2009)

Manohar, ağabeyi, yengesi, iki küçük yeğeni, eşi, kız kardeşi ve annesinden müteşekkil ailesiyle beraber yeni evlerine taşınır. İlk başta her şey çok güzel ve herkes çok mutludur. Ancak zamanla evde ufak tefek kazalar ve garip olaylar yaşanmaya başlar. Aynı zamanda televizyonda gündüz kuşağında yayınlanan bir pembe dizinin kendi ailesinin yaşadıklarını anlattığını fark eder. Dizide yaşanan olaylar kısa bir süre sonra gerçek hayatta da vuku bulumaktadır. Bu ürkütücü durumu ailesine anlattığı taktirde, krediyle aldıkları ve ödemesini 20 yıl sürdürecekleri evden taşınmak isteyeceklerini düşündüğünden derdini onlara da anlatamaz.

Hint sinemasını, daha yaygın kullanılan tabirle Bollywood filmlerini nasıl bilirsiniz? Genellikle şarkılı-danslı hafif filmler veya iş yapmış Hollywood filmlerinin ucuz taklitleridir. Ancak 13B gösteriyor ki o memlekette de istendiği zaman enteresen ve farklı bir film üretilebiliyormuş. Türe yeni bir soluk getiren, başyapıt diye nitelendirilebilecek bir film olmasa bile pek çok vasat Amerikan korku filminden daha başarılı ve orijinal buldum. Elbette Hint filmlerinin vaz geçilmezi olan şarkılı-danslı sahne bu filmde de –hem de hiç gereği yokken- kullanılmış. Bir korku-gerilim filminde böyle bir sahne ne kadar manasız olsa da sadece bir tek sahne olması bir nebze olsun katlanılır kılıyor. (Bir de filmin sonunda, yazılar akarken var.)

Filmde dikkatimi çeken bir diğer husus ise konuşmalar esnasında on-on beş cümleden birinin tamamen İngilizce olması ve her dört-beş cümlede en az bir İngilizce kelimenin kullanılması. Ülkenin yıllarca İngiltere’nin sömürgesi olması nedeniyle İngilizce’nin çok yaygın olduğunu bilsem de Hintçe’nin içine bu denli sirayet ettiğini doğrusu bilmiyordum. Umarım kültürel açıdan sömürgeleştirilmeye çalışılan ülkemizde de böylesi bir durum gerçekleşmez ve özellikle son yıllarda artan yabancı kökenli sözcüklerin dilimizi istilasını geri püskürtmeyi başarabiliriz.

http://www.imdb.com/title/tt1385824/

14 Şubat 2011 Pazartesi

Kaliteli Film Önerileri

Facebook'daki Kaliteli Film Önerileri isimli grubumuza da bekleriz:

http://www.facebook.com/Kaliteli.film.onerileri

13 Şubat 2011 Pazar

ALBÜM KRİTİK: Tardy Brothers – Bloodline (2009)

Efsanevi Death Metal grubu Obituary’nin benzersiz sesli vokalisti John Tardy ile grubun basteristi olan kardeşi Donald Tardy’nin solo projeleri. Ayrıca gitarist olarak da Deicide, Obituary, Death, Iced Earth gibi pek çok grupta yer almış Ralph Santolla eşlik etmiş kendilerine. Öncelikle albüm ilk bakışta zannedileceği gibi bir Old School Death Metal albümü değil. Death ‘n Roll diye tabir olunan türe daha yakın durduğunu söyleyebilirim. Yer yer Six Feet Under’ı anımsattı ancak onun kadar sert değil. Daha çok Obituary sound’unun Heavy Metal’le harmanlanmış hali gibi. Özellikle sololar oldukça melodik. İki şarkıda akustik gitar kullanımı çok hoş durmuş. Albümün genelini beğensem de en sevdiğim parçalar Fate’s Call, Scream Descendant (akustik gitar kullanılan parçalardan biri bu) ve Fade Away oldu. Farklı şeyler sevenlerin bu deneysel albüme bir göz atmalarını öneririm.

http://www.metal-archives.com/band.php?id=3540278713

11 Şubat 2011 Cuma

FİLM KRİTİK: Darkness Falls (2003)

150 yıl kadar evvel Darkness Falls isimli kasabada çocukları pek seven bir kadıncağız, süt dişi düşen her çocuğa para vermesiyle tanınır. Derken bir gün korkunç bir kaza geçirir ve yüzü fena halde yanar. O günden sonra güneşe çıkamaz. Geceleri evden çıktığında da bir maske takar. Kasabadaki çocuklardan ikisinin ortadan kaybolması yüzünden suçlanır ve idam edilir. Ancak suçsuz olarak infaz edildiğini söyleyerek kasabayı ve kasaba halkını lanetler. Çocuklar ertesi sabah bulunsa da iş işten geçmiştir.

Günümüze geldiğimizdeyse Kyle isimli çocuk son dişini düşürdüğü gece odasında bir şey gördüğünü söyleyerek annesinin yanına koşar. Annesi tabii ki buna inanmaz ve bir şey olmadığını ispatlamak için oğlunun odasına gider ancak ‘bir şey’ vardır ve anneyi vahşice öldürür. Sağ kurtulmayı başaran Kyle koruyucu bir ailenin yanına verilir ve kasabadan ayrılır. Bu olaydan 12 yıl sonra Kyle, eski kız arkadaşının çağrısı üzerine kasabaya tekrar döner. Zira genç kızın küçük kardeşi geceleri bir şeyin geldiğini söyleyerek uyuyamamaktadır.

best-horror-movies.com sitesinin yayınladığı En İyi 100 Korku Filmi listesinde yer aldığı için merak edip izlediğim bu film beni kesinlikle hayal kırıklığına uğrattı. Böylesi vasat bir filmin böyle bir listeye neden dahil edildiğini pek anlayamadım doğrusu. “Diş Perisi” gibi korku sinemasında daha önce pek işlenmemiş bir konuya el atmış olabilir ancak film son derece sıradan bir korku filmi olmaktan öteye gidememiş.

http://www.imdb.com/title/tt0282209/

9 Şubat 2011 Çarşamba

FİLM KRİTİK: The Troll Hunter (Trolljegeren) (2010)

Üç üniversite öğrencisi genç, Norveç’in kırsal kesiminde, peş peşe gerçekleşen şüpheli ayı ölümleriyle ilgili bir araştırma yapmaya başlarlar. Görüştükleri uzmanlar ve lisanslı ayı avcıları, bunu yapanın kaçak bir ayı avcısı olduğunu düşünmektedirler. Böylece gençler bahsedilen kaçak avcı olduğunu düşündükleri bir adamın peşine takılırlar. Garip davranışları olan bu adamın aslında bir troll avcısı oluğunu keşfedeler.

1999 yılında The Blair Witch Project’in başlattığı ‘gerçekmiş gibi’ yapan filmler furyası son birkaç yılda iyice coşmuş vaziyette. [REC], The Last Exorcism, Cloverfield gibi güzel örneklerin yanı sıra Monsters, Diary of the Dead gibi vasat örnekler de çıktı karşımıza. Bu filmde de İskandinav efsanelerinde ve masallarında yer alan troll’lerin gerçekte var olduğunu öğrenen ve peşlerine düşen gençleri izliyoruz. Oldukça keyifli, eğlenceli, yer yer komik bir film. Arka planda izlediğimiz Norveç’in güzelim doğası da cabası.

Not: Kimi tabloları Burzum albümlerinin kapaklarını süsleyen Norveçli ressam Theodor Kittelsen’in troll resimleri de meşhurdur. İlgilenenlerin bir göz atmalarını öneririm.

http://www.imdb.com/title/tt1740707/

6 Şubat 2011 Pazar

FİLM KRİTİK: The Runaways (2010)

1970’lerin ikinci yarısında faaliyet gösteren, daha doğrusu fırtına gibi esen, Rock müzik tarihinin kızlardan kurulu ilk grubu The Runaways grubunun hikayesi. Beraberlikleri sadece beş yıl kadar sürmüşse de grup elemanlarının birçoğu ayrı ayrı müzik kariyerlerine devam ettiler. Özellikle grubun gitaristleri olan Joan Jett ve Lita Ford solo kariyerlerinde büyük bir başarı kazandılar.

Film oldukça keyifli. Twilight serisiyle zihinlerimize itici bir sima olarak kazınan Kristen Stewart, canlandırdığı Joan Jett rolüyle kendinden beklenmeyen ölçüde başarılı. Ayrıca grubun vokalisti Cherrie Curie’yi oynayan Dakota Fanning de gayet iyi bir performans ortaya koymuş. İyi bir performans derken sadece oyunculuğunu kastetmiyorum. Aynı zamanda filmde grubun şarkılarını da seslendiriyor. Özellikle grubun klasikleşmiş parçası Cherry Bomb çok güzel yorumlanmış. Filmin bence tek eksi yönü Lita Ford’un fazlasıyla geri planda bırakılmış olması. Tamam, grubun beyni Joan Jett ve Cherrie Curie olabilir, film onları merkez almış olabilir. Ama en azından filmin sonunda beliren “sonrasında ne oldular” şeklindeki yazılı kısımda bahsedilmemiş olmasını abes buldum. Bunun dışında film oldukça güzel.

http://www.imdb.com/title/tt1017451/

5 Şubat 2011 Cumartesi

ANİME KRİTİK: Summer Wars (2009)

Lise öğrencisi Koiso Kenji yaz tatilinde, okulundaki hoşlandığı bir kızın daveti üzerine, kızın ailesiyle erkek arkadaşı olarak tanışmayı kabul eder. Aile oldukça geniştir ve büyük ninenin doksanıncı yaş gününü kutlamak içinşehir dışındaki evinde toplanacaklardır. Bu sırada Facebook benzeri (ancak çok daha gelişmiş ve kapsamlısı) bir sanal dünya olan Oz hack’lenir ve milyonlarca insan hesabına erişemez. Bu, yaşanacak sorunların sadece başlangıcıdır.

Sıkılmadan izlenen, oldukça keyifli bir anime. Daha önceki animesi The Girl Who Leapt Through Time ile adını duyuran yönetmeni Mamoru Hosoda, Hayao Miyazaki’nin veliahtı olarak anılmakta.

http://www.imdb.com/title/tt1474276/

http://anidb.net/perl-bin/animedb.pl?show=anime&aid=6249

4 Şubat 2011 Cuma

FİLM KRİTİK: Devrim Arabaları (2008)

“Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz.”


1961 yılında dönemin cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Türk mühendisler tarafından üretilecek ilk yerli otomobilin yapılması talimatını verir. Projede görev alacak mühendis ve işçilerin hepsi de TCDD kökenli olduğundan trenler konusunda ustadırlar ancak bırakın otomobil yapmayı, çoğu otomobil sürmemiştir bile. Süre de kısıtlıdır. Cumhuriyet Bayramı’na yetişmesi gerekmektedir. Dört aylık süre içinde bir avuç mühendis ve işçi sıfırdan araba yapacaklardır. Kimse inanmaz çünkü memlekette bir toplu iğne bile üretmek mümkün değilken otomobil imal etmeye kalkışmak hayalperestliktir. Devlet Demiryolları’nın Eskişehir’deki Cer Atölyesi’nde çalışmaya başlayan ekip bir taraftan da bu zihniyete karşı mücadele vermek durumundadır.

Hiç unutmam, üniversitede İstatistik dersinde konu nereden açıldıysa hoca ön sıralarda oturan bir öğrencinin cep telefonunu göstererek “Sizin elin Finli’sinden ne farkınız var? Bunu siz niye yapmayasınız?” diye sorduğunda yine ön sırada yer kaplayan bir kız “Ne yani hocam, biz cep telefonu mu yapacağız?” diye malca bir cevap vermişti. Buradan da görüyoruz ki geçen 40-50 yılda ülkemizde bir takım şeyler ve bazılarının zihniyeti maalesef hala aynı.

Askere gidenler bilir; sizi yürütürken veya koştururken özlü sözler bağırtırlar. Bunlardan biri de “Zor diye bir şey yok, imkansız zaman alır”dır. Ülkemizin tarihine bakıldığında nice ‘imkansız’ın mümkün kılındığını görürüz: 1940’ların başında Ankara’da kurulan uçak fabrikası, 1926’da bir yıldan kısa bir zamanda yapımı tamamlanıp üretime geçen Alpullu Şeker Fabrikası aklıma ilk gelen örnekler. Ancak her türlü zorluğun üstesinden gelmeyi başaran ülkemizin mimarı, mühendisi, bilim adamı bir de dar kafalı insanlarla uğraşmak zorundadır. Kimisi yeniliğe kapalıdır, kimi hayal gücü yoksunudur, kiminde Batı hayranlığına güdümlü bir aşağılık kompleksi vardır, kimisi de kendi menfaatini düşünmektedir. Filmde de görüleceği üzere üreten, geliştiren, emek veren insana ayak bağı olan böylesi kimselere özellikle bürokrat takımında sıklıkla rastlanabilmekte. Ayrıca kişiyi vezir de rezil de edebilecek basının çirkefleştiği taktirde başarılı bir projeyi nasıl da başarısızmış gibi yansıtabileceğini de görüyoruz.

Tarihi bir olayı anlatan filmlerde en büyük zorluk bence seyircinin, hikayenin varacağı noktayı biliyor olmasına rağmen ilgisini ve merakını üst seviyede tutabilmek. “Devrim Arabaları” bunu gayet güzel başarıyor. Gerilimin tırmandığı noktada izleyeni germeyi beceren senaryosu tıkır tıkır işliyor. Başrollerde Taner Birsel, Halit Ergenç, Uğur Polat, Selçuk Yöntem gibi usta oyuncular yer alıyor. Özellikle projenin baş mühendisi Gündüz Bey’i canlandıran Taner Birsel’in rolünü doğallıkla oynaması keyifle izleniyor. Müzikler Demir Demirkan’a ait. Daha önce “Hititler” ve “Gelibolu” gibi belgeseller çeken yönetmen Tolga Örnek, bir sinema filminde de başarılı olduğunu gösteriyor.

İsteyince, azmedince, inanınca bizim de yapabildiğimizi gösteren film umarım en azından “Hocam, cep telefonu mu yapacağız yani biz?” diye ağzı açık ayran budalası gibi soran birkaç tanesinin kafasındaki önyargıları yıkmayı başarır.

http://www.imdb.com/title/tt1282139/

3 Şubat 2011 Perşembe

FİLM KRİTİK: La Antena (2007)

Sesini yitirmiş bir şehir. Halk Mr. TV’nin televizyon kanalı tarafından yönlendirilmekte. Ancak bununla yetinmeyip daha fazlasını istemekte, haince planlar kurmaktadır. Ona karşı çıkacak kişiler bir televizyon tamircisi ve küçük kızı olacaktır.

Sessiz dönem sinemasına bir saygı duruşu olarak nitelendirilebilecek bu film hikaye olarak fazlasıyla sığ ve yavan olmasına karşın görsel açıdan çok başarılı. Ayrıca ses ve sessizlikle ilgili yapılan espriler, buluşlar ve incelikler gerçekten çok güzel. Sadece sessiz sinema estetiğine sahip olmakla da kalmıyor, kimi sahnelerinde çizgi roman estetiğine kayıyor. Ancak sıklıkla belirttiğim gibi mesajını izleyicinin gözüne sokarak veren filmlerden hiç hazzetmiyorum. Medya eleştirisi mi yapacaksın, yap ama kör göze parmağım mantığıyla değil. Cronenberg’in Videodrome’u da medya eleştirisidir Carpenter’ın They Live’ı da. Ama ikisinin de hikayesi bu filmdeki gibi yüzeysel değildir. Sadece görsel başarısı ve incelikli buluşları için izlenebilecek bir film.

http://www.imdb.com/title/tt0454065/

2 Şubat 2011 Çarşamba

ANİME SERİ KRİTİK: Ergo Proxy (2006)

Geleceğin dünyasında insanlar, otorav adı verilen robotlarla birlikte, Romdeau isimli steril ve izole bir şehirde yaşamaktadırlar. Bu barış ve huzur ortamı “Temsilciler” denen kişiler tarafından yönetilmektedir. Bazı otoravlara “cogito” denen bir virüsün bulaşarak tuhaf davranışlar sergilemelerine yol açması şehirdeki huzur ortamını bozar. Ayrıca ortalıkta “Vekil” isimli, ne olduğu tam olarak bilinmeyen bir varlık da dolaşmaktadır. Vekil, otorav tamir biriminde düşük seviyeli bir teknisyen olan Vincent Law’un peşinde görülmektedir. Olayları araştıran Güvenlik Şefi Real Mayar sarsıcı bir şekilde Vekil’le karşılaşır. Durumu çözmek ve Vekil’in ne olduğunu anlamak için o da Vincent Law’un peşine düşer.

Uzun zamandır seyretmek istediğim bu 23 bölümlük anime serisini sonunda izleme fırsatı buldum. Ancak beklediğim kadar tatmin edici ve sürükleyici bulmadım. Enteresan ve derinlikli bir konusu var, pek çok gönderme içeriyor ancak nedense bir türlü tam olarak ısınamadım. Hele ki bazı bölümleri son derece sıkıcı buldum. Sanırım Serial Experiments Lain ayarında bir anime bekliyor olduğumdan hayal kırıklığına uğradım. Yine de birçok anime serisinden çok daha iyi bir hikayeye ve olay örgüsüne sahip.

http://www.imdb.com/title/tt0791205/

http://anidb.net/perl-bin/animedb.pl?show=anime&aid=3302

1 Şubat 2011 Salı

FİLM KRİTİK: Paranormal Activity 2 (2010)

Evlerine hırsız girdiğini düşünen bir aile eve güvenlik kameraları taktırır. Aynı zamanda evde tekinsiz olaylar yaşanmaya başlanmıştır. İlk başta buna inanmak istemeseler de zamanla inanmak zorunda kalırlar.

İlk filmden farklı olarak bu filmdeki ev ahalisi biraz daha kalabalıkça. Mevzu yine üç aşağı beş yukarı aynı. İlk filmdeki aileyle bu filmdeki aile arasında kurulan bağ bana biraz zorlama geldi.

http://www.imdb.com/title/tt1536044/

FİLM KRİTİK: [REC] 2 (2009)

Film, ilk filmin bıraktığı noktadan başlıyor. Malum apartmana bir özel harekat timi ile bir sağlık bakanlığı görevlisi gönderilir. Dışarıdakilere bir virüs salgını olduğu söylenir ancak içeride dönen işler başkadır. Karşılarına çıkan ilk kurbanla timdekiler durumun hiç de normal olmadığını anlarlar. Ayrıcak sağlık bakanlığı görevlisi, bir şeyler biliyor gibidir.

İlk filmi şaşırtıcı biçimde beğenmiş olsam da devamı aynı etkiyi yapamadı. Hele ki olaya farklı bir boyut katmak için konunun “iblis tarafından ele geçirilme”ye dönüştürülmesi hikayeyi yavanlaştırmış.

http://www.imdb.com/title/tt1245112/