13 Temmuz 2009 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Keoma (1976)

Yarı Kızılderili yarı beyaz olan Keoma, yıllar sonra büyüdüğü kasabaya geri döner. Kasabada veba salgını hüküm sürmektedir. Ayrıca kasabayı ve kasabadaki madeni ele geçiren zengin bir adam kasabalıya zulmetmektedir. Üvey kardeşleri de bu para babasının yanında yer almıştır. Keoma, kasabaya ayak bastığı andan itibaren kendini olayların içinde bulur.

Hak ettiği ilgiyi görememiş, son derece başarılı bir western daha. Keoma’yı canlandıran dönemin ünlü aktörü Franco Nero tam anlamıyla rolünün hakkını veriyor. Westernlerde Ennio Morircone tarzı müziklerin hüküm sürdüğü bir dönemde, filmin müzik tercihi oldukça ilgi çekici ve güzel. Türün takipçilerine ısrarla önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt0074740/

12 Temmuz 2009 Pazar

FİLM KRİTİK: Watchmen (2009)

Çizgi roman uyarlaması bir film çekmek, geçmişten günümüze her daim zor bir zanaat olagelmiştir. Bunun pek çok nedeni var (ki bu başlı başına bir yazının konusunu oluşturmaya yeter). Hele ki söz konusu olan çok da alışıldık bir süper kahraman öyküsü değilse, çok karakterli ve derinlikli bir yapıya sahipse iş daha da güçleşiyor.
Malumunuz olduğu üzere film, bir dönem devlet adına çalışmış ancak artık emekli olmuş bir grup kahramanın, içlerinden birinin bir cinayete kurban gitmesi ile başlıyor ve olaylar buna bağlı olarak şekilleniyor. Fazla ipucu verecek ayrıntılara girmeden rahatlıkla söyleyebilirim ki hem bir film olarak, hem çizgi roman uyarlaması olarak, hem de uyarlandığı esere sadık kalma açısından son derece başarılı. (Elbette kitaptaki bir takım detaylar atlanmak zorunda kalmış, bazı konular ise değişikliğe uğratılmış.) Filmi henüz izlememiş olanlara tavsiyem, filmin Director’s Cut versiyonunu izlemeleri. Sinema versiyonundan yaklaşık yarım saat daha uzun olan bu versiyon daha doyurucu.
- Dikkat! Buradan sonra yazıda yer alanlar ‘spoiler’ niteliği taşımaktadır. Filmi izlemeden okumayınız. -
Film, ne mutlu ki korkularımdan birini boşa çıkarmış ve hikayeyi normalde geçtiği 80’lerin ortasından koparıp 11 Eylül sonrası günümüz dünyasına taşımaya kalkışmamış. Popülerlik ve kolay izlenebilirlik adına böylesi bir yola da sapılabilir ve kesinlikle çizgi romanın o kendine has atmosferinden uzaklaşılabilirdi.
Karakterler, süper kahramanlık yönlerinden ziyade, sıradan insan yönleriyle ele alınıyor. Bir takım takıntıları hatta saplantıları olan, yanlış şeyler yapıp bunun vicdan azabıyla yaşamak zorunda kalan, asıl amaçları olan halka hizmetten sapabilen, pek çok süper kahraman filminde görebileceğiniz kendini iyiliğe ve adalete adamış kahraman tiplemesinden uzak karakterler görebiliyorsunuz. Bu bağlamda özellikle Comedian karakteri önem kazanıyor. Kendisi tam anlamıyla bir anti-kahraman. Bir halk ayaklanmasını bastırırken, Nite Owl’un halkı kimden korudukları sorusuna verdiği cevapla, kendi ağzından mantalitesini de öğreniyoruz: “Kendilerinden koruyoruz tabii.” Öyle bir karakter ki Vietnam’da savaşmış ve çoluk çocuk demeden düşmanı öldürmekten zevk almış, kendisine derin devlet tarafından verilen suikast görevlerini yerine getirmiş, aslında ‘kahramanlığı’ biraz da nereden baktığınıza göre değişebilecek bir karakter.
Bir diğer nevi şahsına münhasır ve bayıldığım karakter ise Rorschach. Lakabını, aynı isimli psikolojik değerlendirme testinden (namı diğer mürekkep testi) alan, yüzündeki maskedeki lekeler hissiyatına göre şekillenen, kendi düsturuna göre sonuna dek iyiliğe ve adalete hizmete adanmış, hatta kendi ifadesiyle ‘kıyamet kopsa bile uzlaşmaya yanaşmayacak’ bir karakter. Özellikle maskesi çıkarıldığında “Yüzümü geri verin” diye bağırması ve hapishanedeki mahkumlara “Beni buraya sizinle hapsetmediler. Sizi benimle buraya hapsettiler.” demesi son derece etkileyiciydi.
Filmin bir diğer takdir ettiğim yönü ise –her ne kadar bazı izleyicilere rahatsız edici gelmiş olsa da- Dr. Manhattan’ın belden aşağısının çıplak bırakılması. Hulk çizgi romanlarında ve filmlerinde, insan bedeninin 3-4 katı hale gelen yeşil devimiz yırtık pırtık da olsa her zaman bel altını kamufle eden bir pantolona sahiptir. Oysa bu filmde doktorumuz için böyle bir gizlemeye gerek duyulmamış ve gerçekçilik adına bence çok da iyi yapılmış. Maruz kaldığı kaza sonucu şu anki haline gelen Dr. Manhattan, ekibin süper güçlere sahip tek elemanı. Tıpkı Ejderha Mızrağı serisindeki büyücü Raistlin’in dünyadaki her şeyi ‘ölmekte’ iken görmek şeklinde bir lanete sahip olması gibi, o da evreni karmaşık bir zaman algısıyla görüyor. Onun için zaman kavramı; geçmişin, şimdinin ve geleceğin üst üste binmesinden ibaret. Aynen filmin (ve çizgi romanın) lineer olmayan yapısı biçiminde.
Dünyanın en zeki ve en zengin insanlarından biri olan Ozymandias'ın barış anlayışı da irdelenmeye değer: Milyarların refahı için milyonların gözden çıkarılması. Dünyayı kendi idealleri doğrultusunda birleştirme fikrini Büyük İskender'den aldığını söylese de Nite Owl ile Rorschach arasındaki bir konuşma, benzeri bir fikrin kaynağını bize anımsatır: "Adiran aslında barışçıl biridir. Kimseyi öldürmüşlüğü yoktur. Hatta vejeteryandır." "Hitler de vejeteryandı."
Comedian’ın ölümünün ardındaki gerçeğin Rorschach tarafından araştırılmaya başlanmasıyla ilerliyor hikaye. Ve bu suikastın ardındaki gerçek pek çok şey olabilir: Devletin eski ajanlarından kurtulması veya emekli maskeli kahramanları avlayan bir intikamcı. Rorschach, günlükleri üzerinden anlatıcılığı üstlenen karakter olsa da her birinin gözünden geçmişi ve şimdiyi görüyoruz.
Bir diğer takdir edilesi yön ise filmin daha başında, jenerik esnasında Watchmen’in evveliyatını temsil eden eski kahramanlar grubu Minutemen’e yönelik bilgilerin birkaç dakika içerisinde gayet güzel bir şekilde verilmesi. (Sadece ekibi tanımıyor, dönemin atmosferini de algılıyoruz bu kısa giriş bölümünde.) Ancak yine de ne yalan söyleyeyim, o ekipte yer alan karakterleri (özellikle Mothman, Hooded Justice ve Silhouette’i) daha yakından tanımak isterdim.
Ayrıca süper kahramanların maske takışına da orijinal Nite Owl’un ağzından gayet güzel bir açıklama getiriliyor: “Suçlular yakalanmamak için maske takıyorlardı. Kimliklerini tespit edemiyorduk. Sonra biz de düşündük, maske takıp kanunun yapamadığını yapacaktık.” Öyle “Sevdiklerimiz, yakınlarımız zarar görmesin diye kimliğimizi gizliyoruz” tarzı Spiderman’vari zırvalıkları bir yana bırakın. Adam olayı gayet net bir şekilde özetliyor: Bir düşmanla savaşabilmek için onun sahip olduğu silaha sahip olacaksın.
Filmin tek eksisi çok karakter barındırması ve bu yüzden olayların farklı karakterler gözünden sık sık flashback’lere yer vererek işlenmesi, politik derinliğe sahip oluşu gibi sebeplerle izleyiciyi yorucu bir yapıda oluşu. (Ancak uyarlandığı çizgi romanın da aynen bu yapıda olması sebebiyle bunu filmin olumsuzluğundan ziyade, kaynağına sadık kalış olarak nitelendirmek daha doğru olur.) Ve işte tam da bu noktada standart bir maskeli süper kahraman filmi izlemek isteyen sıradan bir izleyici filmden hiç de memnun kalmayacaktır. Zira tüm bu sayılan niteliklere ek olarak filmde görmek istediği aksiyon sahnelerini (birkaç sahne hariç) ve vıcık vıcık bir aşk öyküsünü (Silk Spectre’nin Dr. Manhattan’la olan ilişkisi ve daha sonra Nite Owl’a kayan ilgisi pek de bu tanıma uygun değil) bulamayacak.
Sonuç itibarıyla 300 ile tanıdığımız yönetmen Zack Snyder bence bu zor projenin altından başarıyla kalkabilmiş.
Ayrıca çizgi romanda, bir çizgi roman olarak yer verilen Tales Of The Black Freighter çizgi filminin de oldukça hoş ve izlenesi olduğunu belirtmek isterim.

ANIME KRİTİK: Afro Samurai: Resurrection (2009)

Babasının intikamını alan ve bir numaralı kafa bandını ele geçiren Afro Samurai, hayattaki amacını yitirmiş bir halde, sefil bir hayata kendini vermiştir. Ancak intikam hırsıyla geçmişinden gelen bazı karakterler onu tekrar dövüşmeye itecektir.

2007 yapımı mini anime serisinin bu uzun metrajlı devamı da, serinin tadında ilerliyor. İlkini beğenenlere, anime sevip de farklı bir şeyler izlemek isteyenlere önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt1265998/