31 Mayıs 2009 Pazar

FİLM KRİTİK: Prison Break: The Final Break (2009)

DİKKAT! Spoiler içerir. Dördüncü sezonu tamamen izlememiş olanların okumaması tavsiye olunur.
Michael Scofield ve şürekası tam bütün suçlarından aklanıp rahat bir nefes almışlardır ki federal ajanlar Sara’yı cinayet suçundan içeri alırlar. Güzel doktorumuz, firari ekibin affını hazmedemeyenler için bir tür günah keçisi rolüne sokulmuştur. Hapishanede mahkumlar ve gardiyanlar –doğal olarak- kendisini rahat bırakmayacaktır. Üstelik bir de başına gelenlerin intikamını alma arzusuyla yanıp tutuşan General Krantz faktörü vardır. Eşinin ve doğmamış bebeğinin hayatının tehlikede olduğunu anlayan Scofield yeni bir kaçış planlamaya başlar.
Başka bir dizinin tatile girmesiyle oluşan boşluğu doldursun diye başlanan bir dizi için gereğinden fazla sürdüğünü rahatlıkla söylemek mümkün. İlk sezonun tadını daha sonra tutturmayı başaramayan, özellikle de son sezonda ‘hapishaneden kaçış’ fikrinden iyice uzaklaşıp Mission Impossible havasına bürünen dizinin bitmesi artık beklenen bir şeydi. Ancak Ajan Kellerman’ın deus ex machina havasında ortaya çıkıp olayları sona erdirmesi şeklindeki fazlasıyla zorlama sondan daha iyisini hak ediyordu. (Gerçi Sara Tancredi’nin ölümden dönüşünü yemiş izleyicileriz, bunu mu yemeyeceğiz :) Sonuçta gerekliliği tartışılır bir televizyon filmi ile bir tür 'asıl son' yapılmaya çalışılmış. Film, genel olarak fena değil. Özellikle de hapisten kaçış temasını özleyenlerin hoşuna gidecektir. Dört sezonu da izlemiş herkesin izlemesi kaçınılmaz.
http://www.imdb.com/title/tt1131748/

30 Mayıs 2009 Cumartesi

FİLM KRİTİK: Fortress (1993)

Gelecekte, ailelerin sadece bir bebek sahibi olabilmesine izin verilmektedir. Bu yasaya aykırı davrananlar ise cezalandırılmaktadırlar. Yasadışı şekilde hamile olan eşini başka bir ülkeye kaçırmaya çalışan John Brennick (Christopher Lambert) sınırda yakalanır ve özel bir şirket olan Men-Tel tarafından işletilen bir yer altı hapishanesine gönderilir. Burada mahkumlar, midelerine yerleştirilen bir çip sayesinde sıkı bir biçimde denetlenmektedirler. Ancak kahramanımız içeri girdiği andan itibaren kaçmayı kafasına koymuştur.
Düşük bütçeli, mütevazi, hatta B sınıfı bir film ancak bir o kadar da güzel ve keyifli. Hele ki Christopher Lambert’ı seviyorsanız filmi daha da çok seveceksiniz. Kıyıda köşede kalmış, ufak tefek bilim kurgu filmlerine meraklı olanlara şiddetle tavsiye edilir.
http://www.imdb.com/title/tt0106950/

28 Mayıs 2009 Perşembe

FİLM KRİTİK: Natural City (2003)

R, kullanım süresinin bitmesine sadece birkaç gün kalmış olan dansçı bir cyborg kıza aşık, görevi ‘sapkın’ diye tabir olunan kaçak cyborg’ları avlamak olan, dibe vurmuş bir polistir. Sevdiği cyborg’u kurtarabilecek bir çözüm yolu bulmak için, cyborg chip’leriyle ilgili yasadışı işler yapan bir doktorla görüşmektedir. Bu esnada, polisin elinden kurtulmayı başaran bir sapkın cyborg da şehirde dolaşmaktadır.
Biraz Cherry 2000, biraz Ghost in the Shell, biraz Blade Runner ve üzerine de bolca aşk sosu: İşte size Natural City. Her ne kadar etkilerini yansıttığı filmler ilgi çekici olsa da kimi zaman yerlerde sürünen temposu ve ağır dramatik yapısıyla izleyene sıkıntı veriyor. Daha az ağdalı bir yapıya sahip olsa ortaya kesinlikle kült bir film çıkardı. Konu sıkıntısı yaşayan Hollywood’un bu filmin yeniden çevrimine neden hala atmadığını merak ediyor insan. ‘Düşük temposundan sıkıntı duymam’ diyen her bilim kurgu severe tavsiye edilebilir.
http://www.imdb.com/title/tt0378428/

FİLM KRİTİK: The Unborn (2009)

Üniversite öğrencisi genç bir kız garip rüyalar ve hayaller görmeye başlar. Bu durumun, kendisi küçükken intihar eden annesiyle bir ilgisi olabileceğini düşünerek konuyu araştırmaya başlar. Araştırması sonucu kendisi ve ailesiyle ilgili bir takım gizemli gerçekleri öğrenir. Yardım istemek üzere bu tip konularda uzmanlaşmış bir Yahudi din adamına gider.
Kötü ruh temalı gayet vasat bir film The Unborn. Filmde hiçbir yenilik olmadığı gibi, türün klişeleri bol bol kullanılıyor. İzlediğiniz kimi sahnede ne olacağını tahmin etmekte çok da zorlanmıyorsunuz. Filmin tek hoş yanı haham rolünde izlediğimiz Gary Oldman. 
http://www.imdb.com/title/tt1139668/

26 Mayıs 2009 Salı

FİLM KRİTİK: Parasomnia (2008)

Danny isimli genç, hastanede uyuşturucu tedavisi gören bir arkadaşını ziyarete gittiğinde, aynı serviste bulunan iki hasta dikkatini çeker: İlki, insanları hipnotize ederek kendilerini öldürmelerini sağladığı düşünülen, elleri ve ayakları bağlı tutulan bir seri katildir. Diğeri ise çok kısa süreler dışında, çocukluğundan beri tüm hayatını tamamen uyuyarak geçiren bir genç kızdır. Danny, kıza karşı bir yakınlık hisseder ve onu ziyaret etmeye başlar.
İlgi çekici bir şekilde, merak uyandırıcı bir hikayeyle başlayan film, dakikalar aktıkça, sıkıcı ve vasat bir filme dönüşüyor. Bir-iki hoş sahne dışında filmin izlenmesi için hiçbir sebep yok.
http://www.imdb.com/title/tt0922547/

25 Mayıs 2009 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Detroit Metal City (2008)

Üniversite eğitimi için ailesinden ayrılıp büyük şehre gelen Negishi’nin en büyük hayali bestelediği, çiçeklerden-böceklerden bahseden aşk şarkılarını söyleyerek meşhur olmaktır. 
Ancak kaderin bir cilvesi sonucu kendisini D.M.C. isimli Death Metal grubunun vokalist-gitaristi olarak bulur. Yıllar sonra, aşık olduğu kızla tekrar karşılaşınca, kendisinden hoşlanmayacağını düşünerek sahne kimliğini gizleme ihtiyacı hisseder. Böylece iki hayat birden yaşamak zorunda kalır.
Her ne kadar grubun çaldığı müzik Death Metal olmasa da, Negishi karakterini canlandıran aktör Jim Carrey’nin Japon versiyonu gibi tavırlar takınsa da keyifle izlediğim, tahminimden daha fazla eğlendiğim bir film oldu. Küçük bir rolde de olsa Kiss’ten Gene Simmons’ın yer alması, filme ayrı bir hoşluk katmış. Absürt komediden hoşlananlara.

http://www.imdb.com/title/tt1142972/

18 Mayıs 2009 Pazartesi

ALBÜM KRİTİK: Folque – Folque (1974)

Kuzey (özellikle de Norveç) ezgilerinin yer aldığı müzik arayışımda, beklenmedik bir biçimde karşıma çıkan bir grup Folque. 1970’lerde faaliyet gösteren grup, Norveç halk şarkılarını akustik Rock tarzında yorumlamış. Ancak Rock deyince hemen akla o dönem popüler olan psychedelic akım gelmesin. Akustik folk Rock demek uygun olacaktır. Son derece hoş ve huzur verici şarkılar var albümde. Elbette çok iyi şarkılar olduğu gibi gayet sıkıcı şarkılar da mevcut. Özellikle Kari Rueslatten’in ilk dönem albümlerini sevenlere hararetle tavsiye ederim.