27 Eylül 2010 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Robin Hood (2010)

Sinemayla alakadar olan hemen herkes Robin Hood’dan haberdardır: Sherwood Ormanı’nda kendisi gibi kanun kaçağı arkadaşlarıyla yaşayan usta okçu zenginden çaldıklarını fakir halka dağıtmakta, aynı zamanda bölgedeki halka eziyet eden Nottingham Şerifi’ne (veya valisine) karşı mücadele etmektedir. Ana hatları bu şekilde olan bu İngiliz halk hikayesinin farklı versiyonlarında bazı ayrıntıları değişiyor olsa da temeli aynıdır.

Doğrusu Ridley Scott’ın, başrolünde Russel Crowe’un yer aldığı bir Robin Hood filmi çektiğini duyduğumda filmle ilgili hiçbir olumlu beklentim yoktu. Her ne kadar Ridley Scott Gladiator ile epik-tarihi film çekmek konusundaki maharetini ispatlamış olsa da Kingdom of Heaven gibi kötü değilse bile çok iyi de denemeyecek bir filmi var ortada. Bu yüzden beklentimi asgari düzeye indirerek başladım filmi izlemeye. Ancak karşıma hiç beklemediğim bir biçimde oldukça keyifli, akıcı ve başarılı bir yapım çıktı. Üstelik anlatılan bildiğimiz, klasik Robin Hood hikayesi de değil; Robin Hood’un neden kanun kaçağı olduğunun hikayesi. Filmin gereksiz bulduğum tek yönü Masonluk mevzuuna girmiş olması. Bunun dışında son derece keyifli bir seyirlik.

Aslan Yürekli lakaplı İngiltere Kralı Richard’ın Haçlı Ordusu’nda usta bir okçudur Robin. Ordu, başarısız geçen Haçlı Seferi’nden sonra yurda dönmektedir. Kral, Fransa’ya savaş ilan etmiş, savaş harcamalarını çıkartmak için dönüş yolunda karşısına çıkan kaleleri yağmalamaktadır. Ancak kralın başına gelen beklenmedik bir felaket sonucu olaylar da Robin ve silah arkadaşları için beklenmedik bir şekilde gelişir.

http://www.imdb.com/title/tt0955308/

FİLM KRİTİK: 30 Days of Night: Dark Days (2010)

İlk filmde yaşanan olaylardan sonra hayatta kalmayı başaran Stella, eyalet eyalet gezerek Alaska’daki kasabasında gerçekte neler yaşandığını anlattığı konferanslar düzenlemektedir. Ancak dinleyicilerinden kimse kendisini dikkate almaz. Sonunda yolu kendisi gibi, sevdikleri vampirler tarafından öldürülmüş vampir avcılarıyla kesişir.

Devam filmlerinin nadiren iyi olduğunu bilmeme, karşıma kötü bir film çıkacağını tahmin etmeme rağmen, ilk filmi çok sevmiş olduğumdan merakıma yenik düştüm. 2007 yapımı ilk filmin konusunu son derece orijinal bulmuştum: 30 gün boyunca gecenin hüküm süreceği Alaska’daki bir kasabanın vampirlerin saldırısına uğraması. Üstelik vampirlerin de Twilight seven gençlerin ağzını açık bırakacak derecede vahşi bir biçimde resmedilmesi ayrıca hoşuma gitmişti. Fakat bu film ilkinin orijinalliğinin, gizemli ve ürkütücü atmosferinin yanına bile yaklaşamıyor. Video piyasası için üretilmiş, oldukça vasat, değil sahnelerini repliklerini dahi tahmin etmenin mümkün olduğu, klişelerle dolu bir film çıkmış ortaya. İzlemeyenlere ilk filmi izlemelerini öneririm. İlk filmi izleyenlerdenseniz, filmin uyarlandığı çizgi romanlara bir göz atın derim.

http://www.imdb.com/title/tt1320304/

26 Eylül 2010 Pazar

FİLM KRİTİK: Frozen (2010)

İki erkek ve bir hatundan müteşekkil üç kişilik bir arkadaş grubu haftasonunu kayak yaparak geçirmek için dağa çıkarlar. Ancak hiç beklemedikleri bir biçimde teleferikte asılı kalırlar. Yardım edebilecek kendilerinden başka kimse yoktur. Ya oradan kurtulmanın bir yolunu bulacaklar ya da yardım gelmesi için günlerce bekleyeceklerdir.

Kısıtlı bir mekanda sınırlı sayıda kişiyle film çekmek, hele de gerilim filmi çekmek zor zenaattir. Ancak Frozen bu konuda gayet başarılı bir örnek olmuş. Gerilim hissini ve oradaki psikolojiyi oldukça iyi yansıtıyor. Nice zamandır izlediğim en iyi gerilim filmlerinden biri diyebilirim.

http://www.imdb.com/title/tt1323045/

FİLM KRİTİK: Dom Zly (The Dark House) (2009)

Film Polonya’da iki zaman diliminde paralel olarak akar: 1- 1978: Zooteknisyen Edward Srodon karısının ani ölümü üzerine başka bir bölgeye tayinini ister. Yeni görev yerine giderken bindiği otobüsün bozulması sonucu kırsal bölgede bir eve sığınmak zorunda kalır. Evde yaşayan karı-koca ilk başta bu davetsiz misafirlerini şüphe ve tedirginlikle karşılarlar. 2- 1982: Askeri polis gücü cinayet işlenen bir evde cinayet soruşturması yürütmektedir. Ancak bu, sadece bir soruşturma olmanın ötesinde siyasi bir takım bağlantıları da içermektedir.

Hakkında övgü dolu yorumlar yapılmış olsa da pek bana hitap eden bir film değildi. Bağımsız film müptelalarının ilgisini çekebilecek bir yapım.

http://www.imdb.com/title/tt1485698/

FİLM KRİTİK: The Legend Is Born: Ip Man (2010)

Daha önce Ip Man ve Ip Man 2 filmlerinde hayatının olgunluk dönemini izlemiş olduğumuz Ip Man’ın, bu filmde de çocukluğunu, gençliğini ve ilk eğitimini alışını görüyoruz. Ayrıca müstakbel eşiyle tanışmasına da şahit oluyoruz.

Bir film tuttu ya, illa suyu çıkarılacak. Artık Ip Man’ın oğlu, torunu, dedesi, vs şeklinde gider bu seri. Ancak beklediğim kadar kötü ve baştan savma bir film değildi. Hele ki ikinci film gibi bazı noktaların abartıya kaçtığı “film olsun, çamurdan olsun” mantığında değil. Kötü değilse de orijinal film gibi sağlam da değil tabii ki.

http://www.imdb.com/title/tt1641638/