30 Temmuz 2008 Çarşamba

FİLM KRİTİK: Rovdyr (2008)

Dört genç minibüsle tatile, kamp yapmaya gitmektedirler. Yolda benzin almak için durdukları benzincinin lokantasında bir kadın yanlarına gelerek, arabasının bozulduğun söyler ve kendisini yanlarına alıp alamayacaklarını sorar. Kadını da alarak yollarına devam ederler. Ancak yolculukları bir noktadan sonra kanlı bir kaçma-kovalamaya dönüşecektir.
70’lerin korku-gerilim-istismar filmlerini (özellikle de Wes Craven’ın ilk dönemini) anımsatan bir film. Son derece sıkıcı, basit ve boş bir film.
http://www.imdb.com/title/tt1054115/

28 Temmuz 2008 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Lost Boys – The Tribe (2008)

Ağabey – kız kardeş olan Chris ve Nicole yeni bir başlangıç yapmak için bir sahil kasabasına, teyzelerinin evinin yanındaki eve taşınırlar. Eski bir sörfçü olan Chris, sahilde bir zamanlar idolü olan sörf şampiyonuyla karşılaşır ve akşam verdiği partiye davet edilir. Kız kardeşiyle gittiği bu partide her iki kardeş de tuhaf şeyler yaşayacaklardır.
Orijinalinden yaklaşık 20 sene sonra çekilen bu devam filmi tadındaki film, elbette ilkinin tadını veremiyor. Zaten bir sinema filmi olarak değil de video piyasası için hazırlanmış bir film. Filmin tek hoş yanı Frog Kardeşler’den Edgar Frog’un filmde yer alması (ve ilk filmdekiyle aynı aktör tarafından canlandırılması) ile kısa bir rolde de olsa Tom Savini’nin görünmesi.
http://www.imdb.com/title/tt1031254/

FİLM KRİTİK: The Signal (2007)

Televizyondan yapılan yayın aracılığıyla izleyenlerin zihni ve düşünceleri etkilenmekte, şiddet duyguları açığa çıkartılmakta ve böylece insanlar birbirlerini öldürmektedirler. Böyle bir ortamda karı-koca-sevgili üçgenini oluşturan üç baş karakter arasındaki birbirini kovalama, birbirinden kaçma, birbirini bulmaya çalışma olaylarını izleriz.
Filmin başlarda öyküsüyle değilse bile yapısıyla ve görselliğiyle orijinal bir film havası yakalasa da giderek sıkıcı bir hal alıyor.
http://www.imdb.com/title/tt0780607/

Planet of the Apes Filmleri

1968 yapımı olan ve zamanla kült bir filme dönüşen ilkinin başarısı üzerine dört tane devam filmi çekilmiştir. Kimisini çocukken televizyonda izleyip bölük pörçük sahneler hatırladığım bu devam filmlerini nicedir izleyesim vardı.
Dikkat: Bir önceki filmi izlemeden, bir sonrakiyle ilgili açıklamaları okumayınız. Spoiler niteliği taşıyabilir.


Planet of the Apes (1968)


Malumunuz, üç astronot tam olarak neresi olduğunu bilmedikleri bir gezegene iniş yaparlar. İçlerinden sadece Taylor isimli olan hayatta kalmayı başarır. İnsanların vahşi hayvanlar gibi yaşadığı, maymunlarınsa medeni bir hayat sürdüğü bu gezegende, Taylor üzerinde deney yapılmak üzere diğer birkaç insanla birlikte avlanır. Av esnasında boğazından yaralandığı için konuşamamakta, bu yüzden de diğer insanlardan farklı ve zeki olduğunu anlatamamaktadır. Sonunda derdini anlatabildiği zaman, diğer maymunların onu yok etmek istediğini anlayan iki bilim maymunu Zira ve Cornelius, dişi bir insanla birlikte kaçmasına yardımcı olurlar.
http://www.imdb.com/title/tt0063442/

Beneath the Planet of the Apes (1970)

Gezegene bir insanlı uzay aracı daha iner. Hayatta kalan astronot Brent, kendinden önce gezegene gelen Taylor’ı aramaktadır. Karşılaştığı Taylor’ın kadını Nova, onu maymun şehrindeki Zira ve Cornelius’a götürür. Taylor, çorak topraklara gitmiştir ve Brent de onun peşinden gidecektir.
http://www.imdb.com/title/tt0065462/
Escape from the Planet of the Apes (1971)İnsanların geldiği uzay araçlarını tamir eden Conelius ve Zira, yanlarında bir başka maymunla daha birlikte dünyamıza gelirler. İlk başta şaşkınlık ve sevinçle karşılanırlar. Davetlere, açılışlara, toplantılara götürülürler, basının ilgi odağı olurlar. Fakat maymunların, gelecekten geldiği ve nasıl bir gelecek tablosunu temsil ettikleri ortaya çıkınca insanların tutumu değişir. Cornelius ve özellikle de hamile olduğu anlaşılan Zira için av başlatılır.

http://www.imdb.com/title/tt0067065/

Conquest of the Planet of the Apes (1972)

Escape…’de Zira ve Cornelius öldürülmüş, ancak bebekleri Caesar bir sirk sahibinin yardımıyla kurtulmuştur. Aradan yıllar geçmiş, maymunlar eğitilerek insanların basit işlerini ve angaryalarını yapan köleler haline gelmişlerdir. Ancak kendisi için bir baba gibi olan sirk sahibinin ölmesine duyduğu üzüntü ve halkının köle muamelesi görmesine duyduğu öfke sebebiyle bir ayaklanma örgütlemeye başlar.
http://www.imdb.com/title/tt0068408/

Battle for the Planet of the Apes (1973)

Caesar’ın başlattığı devrim hareketi başarılı olmuş, maymunlar bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Ancak savaş sonucu insanların şehirleri yerle bir olmuştur. Maymunlarsa, yanlarında bir avuç insanla birlikte doğanın içinde, Ceasar’ın yönetiminde ilkel ve komünal bir yaşam sürmektedirler. Ceasar, katledilen anne ve babasının en azından ses ve görüntü kayıtlarını görebilmek için harabe halindeki şehre gitmeye karar verir. Ancak şehrin kalıntılarında hayatta kalan ve radyasyonun etkisiyle mutasyona uğramış insanlar yaşamaktadır.
http://www.imdb.com/title/tt0069768/

Genel değerlendirme: Gittikçe her film, bir öncekini aratır hale geliyor. Elbette ki hiçbiri ilk filmle boy ölçüşebilir nitelikte değil. Devam filmlerini sadece sonrasında ne olduğunu (veya farklı bir bakış açısıyla, öncesinde ne olduğunu) merak edenlerin izlemesini öneririm, ki bunu öğrenmemek de çok büyük bir kayıp değil. Bu arada şunu da belirtmek isterim ki Tim Burton’ın versiyonunu, çoğunluk gibi beğenmemiş değilim. Bence oldukça hoş ve şirin bir film olmuş.

27 Temmuz 2008 Pazar

FİLM KRİTİK: Pathology (2008)

Ben, tıp fakültesini birincilikle bitirmiş, iyi bir patoloji programına stajyer olarak katılmaya hak kazanmış, ayrıca varlıklı bir ailenin kızıyla nişanlı bir gençtir. Katıldığı staj programında tanıştığı birkaç stajyerden kurulu bir grubun içinde bulur kendini. Bu gençler kendilerince bir oyun oynamaktadırlar: Sırayla tanı konması zor bir cinayet işleyip, daha sonra otopsi masasında ölüm nedenini belirlemeye çalışmak.
Film her ne kadar sıkılmadan izlenebilen bir kurguya sahip olsa da, öyküsünü basit ve yer yer tahmin edilebilir buldum.
http://www.imdb.com/title/tt0964539/

26 Temmuz 2008 Cumartesi

DİZİ KRİTİK: Journeyman

Dan Vasser, karısı ve küçük bir oğlu olan bir gazetecedir. Bir gün kendini bir anda geçmişte bulur. İlk başta neler olduğunu anlayamaz. Fakat zamanla, geçmişe gitme sebebinin bazı insanlara yardım ederek, geçmişte bir takım değişiklikler yapması gerektiğini anlar. Ancak bu, giderek güçleşecektir. Çünkü çevresinde, zamanda yolculuk yaptığına inandırması gereken kişiler olduğu gibi, bu gerçeği saklaması gereken kişiler de vardır.
Genel olarak sıkmadan kendini izleten bir dizi. Her ne kadar konu basit görünse de (her bölümde farklı birine yardım et, geri dön) zamanla olay örgüsü daha da karmaşıklaşıyor.
1 sezon (13 bölüm)

23 Temmuz 2008 Çarşamba

FİLM KRİTİK: Putevoy obkhodchik (2007)

Bir bankayı soyan üç soyguncu, polisin olay yerine gelmesiyle birlikte yanlarına üç tane de rehine alarak kaçarlar. Yandaki binayı kullanarak uzaklaşır ve şehrin altındaki kullanılmayan tünellere inerler. Tünellerde belirledikleri randevu noktasında dördüncü ortaklarıyla buluşacaklardır. Ancak arkadaşları buluşmaya gecikir ve ürkütücü olaylar cereyan etmeye başlar.
Son derece vasat ve bir yerden sonra sıkıcı bir hale dönüşen bir gerilim filmi. Filmi benzerlerinden farklı kılan tek şey Rus yapımı olması.
http://www.imdb.com/title/tt0900381/

Google AdSense

Blogumda reklam yayınlamak için Google AdSense'e yaptığım başvuru üçüncü kez reddedildi. Reddedilme gerekçesi ise "sitemin özgün bir içeriğe sahip olmaması ve içerik ağlarına değer katacağını düşünmemeleri"ymiş. Özgünlükle ne kastedildiğini ve örnek bir blog gösterip gösteremeyeceklerini kendilerine soramıyorum zira mail adresi 'no-reply' şeklinde. Gerçekten de sayfamda 'özgün olmayan' ne olduğunu pek merak ettim doğrusu.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Mutant Chronicles (2008)

Uzaydan gelen bir makine pek çok insanı mutanta dönüştürmüştür. Dünya uluslarının bir araya gelerek verdikleri mücadele sonucu makine yeraltına gömülmüştür. Aradan uzan zaman geçer. Dünya dört şirket tarafından yönetilmekte ve aralarında kaynaklar için bir savaş sürmektedir. Tam bu savaşın ortasında, atılan bombalar makinenin tekrar harekete geçmesine sebep olur. Makinenin sırrını bilen kardeşliğin rahipleri, ezeli düşmanı tekrar etkisiz hale getirmek için seçilmiş askerlerden bir ekip oluştururlar.
Son derece kötü, boş, anlamsız ve gereksiz bir film olmuş. Görsel efektlerin güzel oluşu, hikayenin kötülüğünü kapatamıyor. Ve tüm bunlardan sonra akılda şu soru kalıyor: Yan rolde bile olsa John Malkovich bu filmde ne arıyor?
http://www.imdb.com/title/tt0490181/

FİLM KRİTİK: Dark Floors (2008)

Zihinsel bir rahatsızlığı olan küçük Sarah, tedavi amacıyla babasıyla birlikte hastanede bulunmaktadır. Ancak uygulamalardan memnun olmayan baba, kızını da alarak hastaneden ayrılmaya karar verir. Baba kızla birlikte asansöre, onları kalmaya ikna etmeye çalışan hemşire, hırpani görünümlü bir akıl hastası, bir güvenlik görevlisi ve bir de hasta ziyaretçisi biner. Bu altı kişi bir ara asansörde yaşanan sorun nedeniyle iki kat arasında kalırlar. Bir sonraki katta indiklerinde ise garip olaylar başlar.
Lordi elemanlarının yaratıkları-canavarları oynadığı bir korku filmi… Kulağa her ne kadar çok da hoş bir fikirmiş gibi gelmese de film tahmin ettiğim kadar kötü çıkmadı. Fazla sıkılmadan izlenebilecek, orta karar bir korku filmi.
http://www.imdb.com/title/tt0985025/

20 Temmuz 2008 Pazar

FİLM KRİTİK: À l'intérieur (Inside) (2007)

Hamileyken trafik kazası geçiren Sarah, bu kazada kocasını kaybetse de bebeğe zarar gelmez ve hamileliği devam eder. Doğumuna bir gün kala, gece vakti evde yalnızken tanımadığı, tuhaf bir kadın kapısına dayanınca polis çağırır.
Kesme-biçme, kan-revan içerikli sahneler gösterme dışında pek de anlatmaya çalıştığı bir öykü yok. Filmin amacını ‘gore sahneler içermek’ olarak kabul edersek, amacını yerine getirmekle kalmıyor, âlâsını yapıyor. Doğrusu insan Fransa’dan bu denli gore bir film beklemiyor. Eğer mideniz yeterince sağlam değilse, gore sahnelere dayanamıyorsanız uzak durun.
http://www.imdb.com/title/tt0856288/

FİLM KRİTİK: Alone (2007)

Küçük yaşta, kendisine karından yapışık ikiz kardeşi, ayrılmaları için yapılan ameliyatta ölen Pim, annesinin rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldığını öğrenmesi üzerine sevgilisiyle birlikte yıllardır uzak kaldığı memleketine ve eski evine döner. Elbette eve dönmesiyle birlikte bir takım tuhaf olaylar da cereyan etmeye başlayacaktır.
Orta karar bir Uzak Doğu korku filmi olmuş. Yarattığı atmosfer yerine ani ses efektleriyle izleyeni korkutmaya çalışıyor. Shutter’ı anımsatıyor ama onun kadar başarılı ve ürkütücü değil.
http://www.imdb.com/title/tt0484090/

19 Temmuz 2008 Cumartesi

FİLM KRİTİK: Doomsday (2008)

Yakın gelecekte İngiltere’nin kuzeyinde Reaper adlı bir virüsün sebep olduğu ölümcül salgın hastalık peyda olur. Bölge karantinaya alınır. Ancak hastalığa bir tedavi bulunamadığı için bölgenin etrafı duvarlarla çevrilerek içerideki halk kaderine terk edilir. Yıllar sonra, güvenli bölgede hastalık görülünce, devlet yetkilileri yasak bölgeye askeri bir ekip göndererek, bölge karantinaya alındığında duvarların ardında kalan doktoru veya tedavi çalışmalarını bulma kararı alırlar.
Biraz 28 Days Later, biraz Escape From New York, biraz The Warriors, biraz Gladiator, biraz Mad Max… Yönetmen Neil Marshall (kendisini daha önceki başarılı çalışmaları Dog Soldiers ve The Descent’le tanıyoruz) hepsinden bir parça alarak harmanlamaya çalışmış. Ortaya çıkan sonuç için iyi diyemem ancak kötü de diyemem. Her ne kadar ‘çorba gibi’ bir film olsa da sıkmadan izletti kendini. Peki tekrar izlenir mi? Hiç sanmıyorum. ‘Biraz oradan, biraz buradan’ şeklindeki tuhaf yapısıyla, zaman içinde külte dönüşmesi pek muhtemel.
http://www.imdb.com/title/tt0483607/

FİLM KRİTİK: Il Grande Silenzio (The Great Silence) (1968)

Vahşi Batı’da ödül avcıları artık masum halka da dehşet saçmaya başlamıştır. Yeni vali çıkartacağı genel af ile ödül avcılığının sonunu getirmek istemektedir. Dağlarda ise sefalet içinde yaşayarak bu affı bekleyen eski haydutlar vardır. Böylesi bir ortamda, halka zulmeden ödül avcılarını avlayan bir silahşor faaliyet göstermektedir: Silenzio.
Öncelikle film konusu itibarıyla bir orijinalliğe sahip. Ayrıca westernlerin sadece çorak arazide değil, karla kaplı bir coğrafyada çekilebileceğini de ispatlıyor. Silenzio rolündeki Jean-Louis Trintignant isimli aktör ve ödül avcısı Tigrero rolündeki efsanevi Klaus Kinski’nin performansları çok güzel. Spagetti western seviyorsanız, farklı ve beklentileri boşa çıkaracak bir western izlemek istiyorsanız muhakkak izleyin.
http://www.imdb.com/title/tt0063032/

FİLM KRİTİK: Chat Gim (Seven Swords) (2005)

Eski dönem Çin’de yeni hükümdar tüm dövüş sanatlarını yasaklamış, bu sanatlarla ilgilenenlerin ölümle cezalandırılmasını emretmiştir. Bu sebeple de ortaya Ateş Rüzgarı isimli, getirdikleri kelle başına para alan, ödül avcısı bir grup çıkmıştır. Ancak bu ödül avcıları sadece suçluları değil, para için masum halkı da öldürmektedir. Ateş Rüzgarı’nın kendi köylerine gelmekte olduğunu öğrenen iki genç, köylerini savunabilmek için yedi kılıcı bulmak üzere Cennet Dağı’na doğru yola çıkarlar.
Orta karar bir seyirlik. Uzak Doğu dövüş sanatları filmlerinden hoşlananlar için. Ancak iki buçuk saate varan uzun süresiyle sıkıcı olabilir.
http://www.imdb.com/title/tt0429078/

18 Temmuz 2008 Cuma

FİLM KRİTİK: Alatriste (2006)

17. yüzyıl İspanya’sında yaşayan, kimi zaman özel görevlere yollanan Alatriste isimli askeri anlatıyor film. Hayatı savaşarak geçen Alatriste, bir görev esnasında yanında ölen silah arkadaşının oğlunu yanına alır. Madrid’de aldığı bir görev, şehre gece giriş yapacak iki yabancının öldürülmesidir. Kurbanlarını öldüreceği esnada, işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlayarak, işini tamamlamaktan vazgeçer. Bu da saray entrikalarına bir şekilde bulaşmasına neden olacaktır.
Olması gerekenden daha durağan ve daha az sürükleyici bir yapıda. Filmin ilgi çekici tek yanı Viggo Mortensen’in varlığı. Sanırım İspanyollar korku filmlerinde daha başarılılar.
http://www.imdb.com/title/tt0395119/

FİLM KRİTİK: The Happening (2008)

Film çok güzel başlıyor. Daha açılış sahnesinde ‘zart’ diye olaya girince “Tamam” dedim “Shayamalan uzun bir aradan sonra sağlam bir film çekmiş.” Ancak film ilerledikçe yavaş yavaş bu düşüncemden uzaklaşmak zorunda kaldım. Çünkü geçen her dakikayla birlikte film daha da kötüye gitti. Oyunculuklar rahatsız edici hale gelmeye başladı. Öykünün sonuca bağlanışı ve konunun açıklığa kavuşması tatmin edicilikten çok uzaktı. Signs ve Village gibi “fena değil” dediğimiz, Unbreakable ve Lady In The Water gibi “pek olmamış” dediğimiz filmler çektikten sonra, adı geçen filmlerden bile daha kötü bir film çekmeyi başardı sonunda yönetmenimiz. (Bu filmlerin yanında Sixth Sense’in adını dahi anmak istemiyorum.) Oysa ki o güzel girişten ve kısmen orijinal sayılabilecek öyküden çok daha iyi bir film çıkartılabilmesi pekala mümkündü. Bunun yerine ortaya çıkan yaklaşık 90 dakikalık bir ‘Greenpeace - doğaya saygı’ filmi olmuş.
http://www.imdb.com/title/tt0949731/

17 Temmuz 2008 Perşembe

FİLM KRİTİK: Ju-Rei (2004)

Film, Japon korku filmlerinde kullanılan klişeler üzerine bir ders niteliğinde adeta: Beyaz suratlı hayaletler, yerde sürünerek yaklaşan hortlaklar, liseli kızlar, asıl karakterin göremeyip de seyircinin gördüğü sahnenin kenarında kalmış siluetler, gıcırtılı sesler ve elbette saç klişesi… Özellikle Ju-On örnek alınmış gibi duruyor. Son derece sıkıcı ve vasat bir film. Öyküsü çok çok zayıf. Japon korku filmlerine karşı özel bir ilginiz varsa izleyin, aksi taktirde çok sıkılacaksınız.
http://www.imdb.com/title/tt0445483/

14 Temmuz 2008 Pazartesi

DİZİ KRİTİK: The Andromeda Strain

Kasabalarının dışında baş başa romantik bir akşam geçirmekte olan genç çift bir uydunun düşmesine şahit olurlar. Düşen uyduyu kamyonetlerine yükleyip kasabaya getirirler. Uydunun peşinden gönderilen askerler kasabaya vardıklarında tüm kasaba halkı ölmüştür ve kısa sürede askerler de aynı kaderi paylaşırlar. Bunun üzerine bilim adamlarından oluşan bir ekip oluşturulur.
Yaklaşık üç saatlik bir mini seri. Vasatın üzerinde bir seyirlik ama çok da orijinal bir öyküsü yok. Dizi, Michael Chrichton’ın romanından uyarlanmış. Aynı roman 1971 yılında aynı isimle bir sinema filmine de uyarlanmış.
http://www.imdb.com/title/tt0424600/

12 Temmuz 2008 Cumartesi

DİZİ KRİTİK: Fear Itself

Masters of Horror serisinin yaratıcısı Mick Garris’ten bir korku serisi daha. Belki diğer seri kadar iddialı bir isme sahip olmaması, belki de bölümlerin sürelerinin daha kısa olması sebebiyle daha izlenebilir buldum. Şimdiye dek izlemiş olduğum beş bölüm de Masters of Horror’un çoğu bölümünden daha izlenebilir nitelikteydi. Alacakaranlık Kuşağı tarzı korku öykülerinden hoşlananlar için.

11 Temmuz 2008 Cuma

FİLM KRİTİK: L: Change the World (2008)

Death Note filmlerinden (ve tabii anime serisinden) tanıdığımız L isimli karakteri başrole alıyor bu film. Son derece ölümcül ve bulaşıcı yapay bir virüsün serbest kalması söz konusudur ve panzehiri de henüz yoktur. Bu felaketi önlemek için uğraşacak kişi ise L’dir.
Death Note filmleriyle hemen hemen hiçbir alakası olmayan ve bu filmlerin başarısını yakalayamayan, gereksiz bulduğum bir film. Yönetmeni Ringu’lardan tanıdığımız Hideo Nakata olmasına rağmen vasat bir film olmuş.
http://www.imdb.com/title/tt0912597/

10 Temmuz 2008 Perşembe

FİLM KRİTİK: Bunker (2001)

II. Dünya Savaşı sırasında pusuya düşürülen bir grup Alman askeri bir sığınağa sığınırlar. Sığınakta yaşlı bir askerle çocuk yaşta bir askerden başka kimse yoktur. Cephaneleri ve erzakları azalmıştır. Sığınak, Amerikan askerlerince kuşatılmıştır. Sığınağın altında bir takım tüneller olduğunu ve bu sayede kuşatmadan kurtulabileceklerini fark ettiklerinde yaşlı asker tünellerle ilgili halk arasında anlatılan hikayelerden bahseder.
Alman askerlerinin İngilizce konuşmalarını (üstelik İngiliz aksanlı) göz ardı edebildiğiniz müddetçe, orta karar bir korku filmi.
http://www.imdb.com/title/tt0252963/

ANİME SERİ KRİTİK: Afro Samurai (2007)

Beş bölümlük bir anime serisi. Afro, çocukluğunda babasını öldüren samurayı bulup öldürmek için yolları düşmüş (adından anlaşılacağı gibi) zenci bir samuraydır. Dünya üzerinde, dövüşte ustalığı temsil eden iki kuşak bulunmaktadır. İlk kuşak, aradığı samurayda bulunmaktadır ve onunla sadece ikinci kuşağı taşıyan dövüşebilir. Tahmin edeceğiniz üzere ikinci kuşak ise Afro’dadır ve gittiği her yerde kuşağına sahip olmak isteyen herkesle dövüşmek zorundadır.
Gayet güzel ve izlenesi bir anime. Serinin İngilizce dublajında Afro'yu seslendiren kişi Samuel Jackson.

DİZİ KRİTİK: Terminator: The Sarah Connor Chronicles

Dizideki olaylar, ikinci filmden sonra geçmekte. (Ancak yapımcılarının da açıkladığı üzere, üçüncü filmdeki olaylara bağlanacak şekilde ilerlemiyor.) Sarah Connor ve John Connor devamlı yer değiştirerek ve kaçarak yaşamaktadırlar. Peşlerinde bir FBI ajanı vardır. Ayrıca yanlarına, makinelere karşı direnişin lideri olacak John Connor’ı korumak üzere gelecekten gönderilmiş (bu kez biraz farklı) bir de robot katılır.
Terminator serisinin sevenlerindenseniz son derece keyifli bulacağınıza eminim.
1 sezon – 9 bölüm

KISA FİLM KRİTİK: Pig

Christian Death isimli Punk Rock grubunun vokalisti Rozz Williams tarafından çekilmiş, izlenebilecek en rahatsız, en sağlıksız, en anormal filmlerden biridir. 20 dakikalık bu siyah beyaz, sürreel kabus denemesinde bir işkencecinin kurbanına yaptıklarına şahit oluyoruz. İzledikten sonra yönetmeninin son derece hastalıklı bir zihniyete ve hayal gücüne sahip olduğunu düşünmeden edemeyeceksiniz. Kendisi de bu filmi çektikten bir süre sonra intihar etmiştir.

FİLM KRİTİK: Dog Soldiers (2002)

Bir grup İngiliz özel tim askeri, tatbikat için İskoçya’da ormanlık araziye gönderilirler. Ancak bir süre sonra rakip tim askerlerinin paramparça olmuş cesetleriyle karşılaşırlar. Ağır yaralı olan tim komutanı ise kaçmaları gerektiğini söylemektedir. Onu da yanlarında alarak, oradan hızla uzaklaşmaya başlarlar. Fakat ormanın içinde bir şey(ler) kendilerini takip etmektedir.
Beklentimin ötesinde çıkan bir film. Güzel bir öykü, başarılı bir kurgu. Sonu hariç oldukça beğendim.
http://www.imdb.com/title/tt0280609/

FİLM KRİTİK: .45 (2006)

Kat, ufak tefek kirli işler yaparak geçimini sürdüren Big Al isimli bir serserinin sevgilisidir. Kat’in tek isteği yıllardır içinde olduğu pis mahalleden uzaklaşmaktır. Ancak Al’in böyle bir niyeti yoktur. Ayrıca Kat’le beraber olabilmek isteyen başkaları da vardır ve Big Al son derece kıskanç bir mizaca sahiptir. Bir akşam Kat’i öldüresiye dövmesinin ardından devreye sosyal hizmetli bir kadın girer.
Fazla matah olmayan, çok orijinal bir öyküye sahip olmayan, bir suç dramı. İzlenmesinin tek geçerli olabilecek sebebi Kat rolündeki Milla Jovovich.

FİLM KRİTİK: Ultraman (2005)

Askeri pilot olan Maki, bir görev esnasında bir parlaklığın içine girer. Kısa süre sonrasında ordudan ayrılarak sivil pilot olarak çalışmaya başlar. Ancak bir gün ordu görevlileri tarafından gizli bir üsse götürülür ve gizli gerçeği öğrenir: kendisinden önce bir başka subay daha böyle bir ışına maruz kalmış ve sonrasında canavara dönüşmüştür. Kendisinin de dönüşmesi beklenmektedir.
Son derece gereksiz, hatta 'ultra geyik' diyebileceğim bir Japon filmi.
http://www.imdb.com/title/tt0471414/

FİLM KRİTİK: Ben X (2007)

Okulda dışlanan ve aşağılanan, sosyal ilişkiler ve iletişim kurmakta zorlanan, bir takım sorunları olan bir gençtir Ben. Hayatındaki tek ilgi alanı ve mutluluk kaynağı her gün saatlerce oynadığı online oyundur. Kimi zaman gerçek hayatta yaşadığı bazı olayları, oyundaki görüntülere dönüştürür zihninde. Ayrıca oyunda kendisine eşlik eden, tanımadığı bir de kız vardır.
Beklediğim kadar iyi bulmadığım bir film. Konu gayet güzel ve orijinal ama biraz daha farklı işlense daha hoş olabilirdi. Zira yer yer sıktığı oldu.
http://www.imdb.com/title/tt0953318/

FİLM KRİTİK: Teeth (2007)

Okulda başarılı, evde ailesi tarafından sevilen Dawn, evlilik öncesi cinsel ilişkiye şiddetle karşı çıkan bir organizasyonun da üyesidir. Kendisi de bu organizasyona üye olan erkek arkadaşıyla bir gün yakınlaşırlar ve sevgilisi Dawn’ı ilişkiye zorlar. Sonrasında kızımız korkunç gerçeği keşfeder: Vajinasında dişler vardır!
Korku filmi olamayacak denli komik öğeleri olan, komedi filmi olamayacak kadar anormal unsurlar barındıran, gereksiz bulduğum bir film.

FİLM KRİTİK: Kataude Mashin Garu (Machine Girl) (2008)

Liseli Yu okulda, babası bir yakuza olan bir çocuğun liderlik ettiği bir grup serseri tarafından tartaklanmakta ve kendisinden haraç alınmaktadır. Bir gün Yu bu kabadayılar tarafından eziyet edilerek öldürülünce, ablası Ami onlardan intikam almaya karar verir. Ancak bu hiç de o kadar kolay olmayacaktır.
Yer yer anime havasında intikam temalı bir aksiyon filmi. Aşırılıkları ve abartıları kaldırabilecekseniz.
http://www.imdb.com/title/tt1050160/

9 Temmuz 2008 Çarşamba

FİLM KRİTİK: Telmisseomding (1999)

Seul’de bir seri katil cinayetler işlemektedir. Bir önceki kurbanının cesedinden aldığı bir uzvu, bir sonraki kurbanının cesedi yanına bırakmaktadır. Polis dedektifi Cho olayı araştırdıkça, ölen kurbanların hepsiyle tanışıklığı olan genç bir kıza ulaşır.
Kendini sıkmadan izleten, orta karar bir seri katil filmi. Uzak Doğu’da çekilmiş bir giallo havasında.
http://www.imdb.com/title/tt0220806/

DİZİ KRİTİK: Veronica Mars

Lise öğrencisi Veronica Mars son derece güzel bir hayat sürmektedir: Okulda popülerdir, ailesiyle arası iyidir, zengin bir sevgilisi vardır, vs. Ancak sevgilisinin kız kardeşi olan en iyi arkadaşı Lilly’nin öldürülmesiyle hayatı tepetaklak olur. Kasabanın şerifi olan babası, katil olarak Lilly’nin babasını gözaltına alır. Kasabada son derece sevilen bir sima olmasından dolayı, şaibeli delillerle masumiyeti ispatlandıktan sonra, şerife cephe alır. Böylece Veronica’nın babası şeriflikten ayrılır, annesi ise o kasabada yaşamaya devam edemeyeceği için evi terk eder. Ancak Veronica her şeye rağmen babasına destek olmak için onun yanında kalır. Böylece okulda dışlanır, aşağılanır, sevgilisinden ayrılır, hatta katıldığı bir partide içkisine atılan ilaçla uyutulması sonucu tecavüze uğrayarak bekaretini kaybeder. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Veronica yılmayacak, hem okuluna devam edecek, hem özel dedektiflik yapmaya başlayan babasına yardımcı olacak, hem de en yakın arkadaşının kurban gittiği cinayeti araştıracaktır.
İlk bakışta sıradan bir liseli gençlik dizisine benziyor olabilir. Ancak bir bölüm seyrettikten sonra bile öyle olmadığını anlayabilirsiniz. Emin olun Veronica’nın güzelliğine de, hazır cevaplığına da, zekasına da hayran kalacaksınız.
3 sezon (22 + 22 + 20 bölüm)
http://www.imdb.com/title/tt0412253/

FİLM KRİTİK: Chugyeogja (2008)

Joong-Ho pezevenklik yapan eski bir polistir. Çalıştırdığı kızlardan bazıları peş peşe ortadan kaybolmaya başlar. Kızların ya kaçtıklarını ya da başka birisi tarafından çalıştırılmaya başlandıklarını düşünmektedir. Tüm kaybolan kızların en son gittikleri müşterinin aynı kişi olduğunu fark edince, kızları o adamın çalıştırmaya başladığını tahmin eder. Olayı kendisi araştırmaya karar verir. Fakat durum tahmininden daha farklıdır.
Güzel bir film. Ancak filmin yarısından sonra konu uzamaya ve sarkmaya başladığı için biraz sıkıcı oluyor.
http://www.imdb.com/title/tt1190539/

FİLM KRİTİK: Anamorph (2007)

Stan Aubrey orta yaşların sonlarında, takıntı derecesinde titiz, başarılı bir polis dedektifidir. Beş yıl önce çözmüş olduğu bir seri katil vakasına benzer özellikler taşıyan cinayetler işlenmeye başlanır. Katil, kurbanının cesediyle bir tür sanat eseri ortaya koymaktadır. Dedektif bu taklitçi katilin peşine düşer.
Her ne kadar hoş ve orijinal sayılabilecek bir konusu olsa da ne yazık ki film durağanlıktan kurtulamadığı için pek etkili olamıyor.

FİLM KRİTİK: Unearthed (2007)

Devrilmiş bir tanker sebebiyle dış dünyaya ulaşımı kesilmiş küçük bir kasaba, benzincide benzin kalmaması sebebiyle kasabada kalmak zorunda kalan yolcular, yaptığı bir hata yüzünden hayata küsmüş bir şerif, parçalanan sığırlar, belirsiz bir yaratık… Peş peşe sırlanan klişeler, kötü bir öykü. Son derece vasat bir korku filmi.
http://www.imdb.com/title/tt0475417/

8 Temmuz 2008 Salı

ÇİZGİ FİLM KRİTİK: Batman: Gotham Knight (2008)

Her biri farklı kişilerce yazılıp, çizilip, yönetilmiş altı ayrı Batman öyküsü. Öyküler güzel, çizimler güzel, çizgi roman havası tutturulmuş. “Keşke her çizgi roman uyarlaması filmden önce böyle bir çizgi film yapılsa” dedirtiyor. Özellikle ilk öykü pek hoşuma gitti.
http://www.imdb.com/title/tt1117563/

7 Temmuz 2008 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Arn – Tempelriddaren (2007)

İsveçli tapınak şövalyesi Arn’ın hayatını izliyoruz bu filmde. Ancak beklentimizin aksine filmin büyük kısmı (yaklaşık dörtte üçü) gencin Kudüs’te savaşmasını anlatmak yerine çocukluğu, gençliği, aşık olması, aşık olduğu kız, memleketindeki iç savaş gibi konulara odaklanıyor. Dolayısıyla beklediğimizi bulamıyoruz. Ancak bu film bize iki şey öğretiyor: 1- Tarihi bir yenilgi, bir filmde zafer kazanılmış şeklinde gösterilebilir. 2- Adıyla, afişiyle, girişiyle epik bir savaş filmi olacağı izlenimi veren iki saati aşan süreli bir film, beş dakikalık bir savaş sahnesiyle geçiştirilebilir. Gayet vasat bir film olmuş. Henüz izlemediyseniz bu film yerine benzeri bir konuyu işleyen Kingdom of Heaven’ı izlemenizi tavsiye ederim.
http://www.imdb.com/title/tt0837106/

FİLM KRİTİK: Superhero Movie (2008)

Film Spider-man’i temel alarak X-Men, Fantastic Four gibi çizgi roman uyarlaması süper kahraman filmlerini tiye alıyor. Düzeltiyorum, tiye almaya çalışıyor. Çünkü bunu yapmaya çalışırken en hazzetmediğim formül olan ‘saçmala, abart, işin içine cinsellik ve tuvalet mizahı kat’ formülünü kullanıyor. Scary Movie serisinden hoşlandıysanız tam size göre.
(Filmle ilgili saçma bulduğum bir diğer nokta da afişte gösterilen süper kahraman karakterlerin en fazla birer dakika görünmeleri.)
http://www.imdb.com/title/tt0426592/

DİZİ KRİTİK: Masters Of Horror

Masters Of Horror adından da anlaşılacağı üzere korkunun ustalarını bir araya getiren bir proje. Her bölümde ayrı bir korku hikayesi ünlü bir korku yönetmeni tarafından yönetiliyor. Kimler yok ki? Aklınıza gelebilecek tüm korku yönetmenleri: Tobe Hooper, Don Coscarelli, Dario Argento ve tabii ki John Carpenter. Ancak seri isminin vaat ettiklerinin yanına yaklaşamıyor. En sağlam korku yönetmenleri bir araya toplanmış olabilir fakat neredeyse her bölüm vasat düzeyde. Ancak ilk sezonda Dario Argento’nun yönettiği Jenifer ile John Carpenter’ın yönettiği Cigarette Burns isimli bölümleri ayrı tutmak gerek. Özellikle Carpenter’ın bölümü “Keşke uzun metrajlı film olsaymış” diye hayıflandırtacak güzellikte. İkinci sezon bölümleri ise ilkinden daha sıkıcı.

FİLM KRİTİK: G.P. 506 (2008)

Kuzey Kore-Güney Kore sınırında yer alan 506 no’lu sınır karakolunda görevli 21 askerin 20’si parçalanmış şekilde bulunur. Hayatta kalan son asker ise neler olduğunu anlatamayacak derecede yaralıdır. Üst düzey ordu mensupları bu olayı örtbas etmek istemektedirler. Olayı araştırmak için karakola gönderilen başçavuşun, örtbas edilmeden önce sabah altıya dek vakti vardır. Tutulan kayıtları ve belgeleri incelemeye başlar.
Şahane diyemesem de fena bir film değil. Belki biraz daha kısa olabilirdi. Filmin en büyük dezavantajı (çoğu diğer Uzak Doğu filmlerinde olduğu gibi) izleyenin kimi zaman yan rollerdeki karakterleri birbirine karıştırabilmesi. (Beyaz adamın sahip olduğu Uzak Doğulular’ı birbirinden ayırt etmekte güçlük çekme laneti.) Bu filmden hoşlandıysanız yönetmenin yine askeri-korku tarzındaki bir önceki filmi R Point’i de sevebilirsiniz. Doğrusu R Point daha çok hoşuma gitmişti.
http://www.imdb.com/title/tt1064953

6 Temmuz 2008 Pazar

FİLM KRİTİK: Mushishi (2006)

Mushi, Japonca böcek demek. Mushishi ise böcek ustası. Burada bahsi geçen böcekler bildiğimiz böcekler değil, insanlara ve hayvanlara zarar veren ruhani böcekler. Herkesin göremediği bu mushileri ancak mushishiler görebilmekte. Eski dönem Japonya’sında bir mushishi olan Ginko mushilerin neden olduğu hastalıkları tedavi ederek insanlara yardım etmektedir. Derken bir gün mushilere bedenini karşılıklı çıkar ilişkisi nedeniyle kullandıran Tanyuu sebebi belirsiz bir rahatsızlığa yakalanır. Ona yardım etmek ise Ginko’nun görevidir.
Filmin yönetmeni Katsuhiro Otomo’yu daha çok yazdığı ve yönettiği animelerle tanıyoruz. (Örneğin efsanevi Akira ile Steamboy) Bu film de aynı adı taşıyan anime serisinin film uyarlaması. Anime de aynı havada mı bilmiyorum ama ben filmi son derece durağan buldum. Öykü güzel olabilir ama işleniş oldukça sıkıcı.
http://www.imdb.com/title/tt0862946/

5 Temmuz 2008 Cumartesi

CLIVE BARKER - Romanları ve Filmleri

Korku sineması ve/veya korku edebiyatına ilgi duyan herkesin aşina olduğu bir isimdir Clive Barker. 1952 İngiltere doğumlu yazar, aynı zamanda yönetmenlik ve yapımcılık da yapmaktadır.
Barker’ın meslektaşlarından çok daha farklı çalışan bir hayal gücüne sahip olduğu, öykülerinden herhangi birini okuyan bir okur tarafından fark edilecektir. Yaratıcılık, erotizm, şiddet, dehşet ve sado-mazoşizm eserlerinin belirleyici özelliklerindendir.
Üstadın kendi kısa romanından senaryolaştırıp yönettiği Hellraiser sanırım en bilinen eseridir. 1987’de çekilen bu film korku sinemasının klasikleri arasına girmekle birlikte Pinhead karakterini de bizlere hediye etmiştir. Daha sonra filmin yedi tane devam filmi çekilmiş, ancak hiçbiri (belki ikinci film biraz) ilkinin tadını yakalayamamıştır. Hele ki son dört film gerçekten kötü ve mitin çarpıtıldığı filmlerdir.
Barker 1990’da tekrar kamera arkasına geçer ve Cabal isimli romanından uyarladığı Nightbreed’i çeker. Roman oldukça orijinal bir öyküye sahip olsa da maalesef film Hellraiser kadar başarılı değildir. Filmin en ilgi çekici yönü sanırım sapkın psikolog rolünde izlediğimiz David Cronenberg’dir.

1992’de ise bir diğer kült korku figürü doğar Barker’ın öyküsünden: Candyman. Bir şehir efsanesinin izinden giden genç kadının kendini kabussal bir durumda bulmasını gayet güzel işleyen filmi izledikten sonra kimimiz bir süre aynalara bakamamış, kimimiz de aynaya bakarak “Şeker Adam” demişizdir.

1995’de Lord of Illusions adlı filmi çeker. Yine kendi öyküsünden uyarladığı bu film pek başarılı sayılamayacak vasat bir filmdir.

Barker aynı zamanda bilgisayar oyunları için senaryolar yazmıştır. 2001 yapımı Undying gerçekten de son derece başarılı bir bilgisayar oyunudur. Bu denli ürkütücü bir atmosfere sahip olmasının temel sebebi elbette ki Barker’ın senaryosudur. Geçtiğimiz yıl çıkan Jericho’yu ise sistemimin kaldırmayışından dolayı maalesef oynama imkanı bulamadım.

Ayrıca öykülerinden, filmlerinden, romanlarından uyarlanmış gayet hoş çizgi romanlar da mevcuttur. Örneğin: Hellraiser (kendi içinde birkaç seri), The Thief of Always, Great and Secret Show, Nightbreed.
Ülkemizde yayınlanan Clive Barker kitaplarını şöyle sayabiliriz: Kan Kitapları 1-2-3, Galilee, Kabal, Lanetlenme Oyunu, Kutsanma Ayini, Zaman Hırsızı. Son sayılan hariç diğer tümünü basan Maceraperest Kitaplar nedense son iki yıldır yeni bir kitap basmıyor. Umarız en azından ‘yayına hazırlanıyor’ diye duyurdukları Imajica ile Ezelsitan’ı yayınlarlar.