21 Mart 2010 Pazar

FİLM KRİTİK: The Road (2009)


Büyük savaş veya felaket sonrası dünya kabus gibi bir hale bürünmüştür. Tüm bitkiler yok olumuş, tüm hayvanlar ölmüş, tüm ağaçlar kurumuştur. Yeryüzü depremlerle sarsılmakta, son birkaç ağaç devrilmekte ve yanmaktadır. Gökyüzü karanlık, sular kirli vaziyettedir. Yiyecek, yok denecek kadar azdır. Hayatta kalan insanlar, yaşam mücadelelerini sürdürebilmek için vahşice yollara baş vrumaktadırlar. İşte böyle bir dünyada bir baba ve oğlu, içlerinde küçük bir umut kırıntısıyla güneye doğru, tehlikelerle dolu bir yolda ilerlemektedirler.

Filmin hikayesi de, kurgusu da, yarattığı atmosfer ve görselliği de gayet güzel. Keza Viggo Mortensen yine her zamanki gibi döktürüyor. İyi bir bilim kurgu filmi olsa da bir başyapıt sayılmaz. Yakın dönemde gösterime giren ve aynı konuyu biraz daha farklı bir biçimde işleyen Book of Eli ile aralarında bir tercih yapmam gerekse The Road’un daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. Üstelik daha sert, daha karanlık ve daha karamsar.

http://www.imdb.com/title/tt0898367/

FİLM KRİTİK: Outland (1981)

Jüpiter’in uydusu Io’daki yüzlerce işçinin çalıştığı maden kolonisine yeni bir güvenlik komiseri (Sean Connery) atanır. İlk bakışta maden, fazla sayıda olayın yaşanmadığı, sakin bir yer gibi gözükmektedir. Fakat bazı işçilerin peşpeşe delirip ölmeleri bazı terslikler olduğuna işaret eder. Komiser, olayları araştırdıkça, perde arkasında çok daha derin ve kirli işler döndüğünü keşfeder.

Uzayda geçiyor olması dışında bilim kurgudan çok western türüne dahil edebileceğimiz filmin, “Kahraman Şerif” hikayelerine benzetebileceğimiz bir öyküsü var. Gelecekte geçiyor olmasına rağmen yeşil ekranlı bilgisayarların ve pompalı tüfeklerin kullanılmasını göz ardı edebilirseniz keyifle izlenebilir.

http://www.imdb.com/title/tt0082869/

KİTAP KRİTİK: Çığrından Çıkmış Zaman – Philip K. Dick

Ragle Gumm, 1950’lerde küçük bir Amerikan kasabasında, kız kardeşi, eniştesi ve yeğeniyle birlikte yaşayan, 40’lı yaşlarında bir adamdır. Son üç yıldır, bir gazetenin tahmine dayalı günlük bulmacasını çözerek geçimini sağlamakatadır. Ancak son zamanlarda bazı şeylerin yolunda gitmediği, bir takım tuhaflıkların olduğu hissine kapılır. Sanki hayatındaki kimi şeyler gerçek değil gibidir. Bu durumu kendince araştırmaya başlar.

Büyük usta Philip K. Dick’ten yine “şüphe” üzerine bir roman. Ancak diğer pek çok romanı kadar sürükleyici ve ilgi çekici bulmadığımı söylemeliyim. Yazarın henüz hiçbir eserini okumadıysanız daha iyi bir romanıyla başlamınızı öneririm.

Ayrıca kitabın çok kötü bir çeviriye sahip olduğunu da belirtmeliyim. Nedense 6.45 Yayınları çeviri ve imla gibi konulara bastıkları kitaplarda –en azından benim okumuş olduklarımda- hiç özen göstermiyor.


FİLM KRİTİK: Moral Bozukluğu ve 31 (2009)

Kerem ve Ege 25 yaşında, aynı evi paylaşan, bugüne dek hiçbir kadınla cinsel münasebet kuramamış, ‘abaza’ tanımını sonuna dek hak eden, boş gezen, zamanlarının büyük bölümünü karı-kız muhabbeti ve mastürbasyon yaparak geçiren iki ‘looser’ tiptir. Bir gün karşılarına Eros çıkar ve bir hafta içinde bir kadınla sevişemezlerse, cinsel organlarını kesip alacağını söyler. Gençler ilk başta buna inanmasalar da daha sonra durumun ciddiyetini kavrarlar ve seks yapacak kadın peşine düşerler.

Tamamı bir günde çekilmiş, oldukça amatör, son derece ‘geyik’ bir film. Beklediğim ölçüde komik olmasa da sıkılmadan izlenen bir film. Açılıştan başlamak üzere filmin birkaç sahnesini şenlendiren Ask It Why’ın 31 isimli şarkısı da ayrı bir hoşlık katmış filme. Zamanla külte dönüşeceğini tahmin ettiğim bu filmi ‘geyik muhabbeti’ seven her sinemasevere tavsiye ederim.

http://www.imdb.com/title/tt1610383/

5 Mart 2010 Cuma

FİLM KRİTİK: The Box (2009)


Genç bir evli çift, bir sabah kapılarının önünde bir kutu bulurlar. Kutunun üzerinde bir düğme bulunmaktadır. Kutuyu bulmalarından saatler sonra, tuhaf bir adam, kutuyla ilgili açıklama yapmak üzere gelir. Kutunun üzerindeki düğmeye bastıkları takdirde, dünyanın herhangi bir yerindeki bir insan ölecek, buna karşılık çifte bir milyon dolar verilecektir. Karar vermek için 24 saat süreleri vardır.

İlk filmi Donnie Darko ile gönüllerimize taht kuran, büyük bir merakla beklenen ikinci filmi Southland Tales ile bizleri derin bir hayal kırıklığına uğratan yönetmen Richard Kelly, bu filmiyle de vasat bir yapım ortaya koymuş. Daha önce de Twilight Zone’un bir bölümünün konusunu teşkil eden Richard Matheson’ın Button, Button isimli öyküsünü, farklı bir bakış açısıyla ele almış. Filmi izlemeden önce düşündüğüm gibi, yarım saatte anlatılabilecek bir hikayenin, gereksiz yere uzatılması olarak nitelendirilemeyecek olsa da çok başarılı bir film de denemez. Bir Alacakaranlık Kuşağı öyküsü ile bir David Lynch filminin tuhaf bir karışımı gibi bir şey çıkmış ortaya. İzlerken sıkmıyor ama vaat ettiğini de veremiyor.

http://www.imdb.com/title/tt0362478/

FİLM KRİTİK: The Boondock Saints II: All Saints Day (2009)


İlk filmdeki olayların üzerinden yıllar geçmiş, MacManus Kardeşler, babalarıyla birlikte anayurtları olan İrlanda’da, kırsal alanda inzivaya çekilmişlerdir. Ancak eski mahallelerinde, onların infaz tarzıyla bir cinayet işlenir. Bariz bir biçimde, birileri onların tekrar ortaya çıkmasını istemektedir. Kardeşler de bu davete icabet etmeden duramazlar.

Bazı filmler vardır, kesinlikle devamının çekilmemesi gerekir. Boondock Saints de işte o filmlerden biriydi. Yönetmen Troy Duffy ne akla hizmetse on yıllık aradan sonra, kültleşen filminin devamını çekmeye kalkışmış ancak eline yüzüne bulaştırmış. İlk filmin eğlencesinin, samimiyetinin, atmosferinin, hikayesinin yanına dahi yaklaşamıyor. Önceki filmde yer alan benzeri karakterlerin yerini tutmaya çalışan FBI Ajanı Eunice ve Romeo karakterlerini samimiyetsiz buldum. Diyeceğim odur ki, siz de benim gibi ilk filmin hayranlarındansanız, bu filme hiç bulaşmayın. Aklınızdaki o güzel imaj hiç zedelenmesin. Buna ayıracağınız vakit yerine, efsane filmi bir kez daha seyredin.

http://www.imdb.com/title/tt1300851/