26 Ocak 2011 Çarşamba

OYUN KRİTİK: Amnesia: The Dark Descent

Adımızdan başka bir şey hatırlamayarak uyandığımız eski bir şatoda başlıyoruz oyuna. Ortamlar çoğunlukla loş ve karanlık. Karakterimiz Daniel bu ortamda rastladığı ipuçlarından kim olduğunu, neden orada olduğunu hatırlamaya ve karanlıkta kalmamaya çalışıyor. Karanlıkta kalmama hadisesi oldukça önemli. Çünkü adamımız uzun süre karanlıkta kalırsa akli dengesini yitiriyor. Bunun için de bulduğu edevatla girdiği ortamdaki mumları, lambaları yakabiliyor veya gazyağı bulduğu taktirde elindeki gazyağı lambasıyla etrafı aydınlatıyor. Oyunun bir diğer enteresan yönü de karşımıza bir yaratık çıktığı taktirde onunla dövüşemememiz. Böyle bir durumda kaçıp saklanmak, bir yerlerde sinmek gerekiyor.

Aslında adventure tarzı oyunlardan hiç hazzetmem. Zira bulmacanın çözülmesi için gerekli ufacık bir nesneyi gözden kaçırdığınız için geçtiğiniz yerleri tekrar dolaşmak zorunda kalırsınız çoğu zaman. Ancak Amnesia benzerlerinden oldukça farklı ve yukarıda bahsettiğim orijinalliklere sahip. Mekanlar Edgar Allan Poe hikayelerinde tasvir edilen şatoları, mahzenleri andırır nitelkite. Oynadığımız karakter ise rahatlıkla bir H.P. Lovecraft hikayesinin karakteri olabilir. Oluşturduğu atmosfer ile oynayanı germeyi ve hatta korkutmayı gayet güzel başarıyor. Undiyng’den beri bir oyun oynarken bu denli gerildiğimi hatırlamıyorum doğrusu.

http://www.amnesiagame.com

Hiç yorum yok: