26 Ocak 2011 Çarşamba

OYUN KRİTİK: Amnesia: The Dark Descent

Adımızdan başka bir şey hatırlamayarak uyandığımız eski bir şatoda başlıyoruz oyuna. Ortamlar çoğunlukla loş ve karanlık. Karakterimiz Daniel bu ortamda rastladığı ipuçlarından kim olduğunu, neden orada olduğunu hatırlamaya ve karanlıkta kalmamaya çalışıyor. Karanlıkta kalmama hadisesi oldukça önemli. Çünkü adamımız uzun süre karanlıkta kalırsa akli dengesini yitiriyor. Bunun için de bulduğu edevatla girdiği ortamdaki mumları, lambaları yakabiliyor veya gazyağı bulduğu taktirde elindeki gazyağı lambasıyla etrafı aydınlatıyor. Oyunun bir diğer enteresan yönü de karşımıza bir yaratık çıktığı taktirde onunla dövüşemememiz. Böyle bir durumda kaçıp saklanmak, bir yerlerde sinmek gerekiyor.

Aslında adventure tarzı oyunlardan hiç hazzetmem. Zira bulmacanın çözülmesi için gerekli ufacık bir nesneyi gözden kaçırdığınız için geçtiğiniz yerleri tekrar dolaşmak zorunda kalırsınız çoğu zaman. Ancak Amnesia benzerlerinden oldukça farklı ve yukarıda bahsettiğim orijinalliklere sahip. Mekanlar Edgar Allan Poe hikayelerinde tasvir edilen şatoları, mahzenleri andırır nitelkite. Oynadığımız karakter ise rahatlıkla bir H.P. Lovecraft hikayesinin karakteri olabilir. Oluşturduğu atmosfer ile oynayanı germeyi ve hatta korkutmayı gayet güzel başarıyor. Undiyng’den beri bir oyun oynarken bu denli gerildiğimi hatırlamıyorum doğrusu.

http://www.amnesiagame.com

14 Ocak 2011 Cuma

FİLM KRİTİK: The Last Exorcism (2010)

Vaiz Cotton Marcus küçük yaşlardan beri vaaz vermekte ve şeytan çıkarma ayinleri düzenlemektedir. Aslında insanların şeytan tarafından ele geçirilmesine ve şeytan kovma ayinlerine inanmamaktadır. Ancak ehil olmayan kişiler tarafından gerçekleştirilen ayinlerde insanların, özellikle de çocukların ölebileceğini düşündüğü için kendisine müracaat eden kişilere küçük bir şov düzenleyerek, psikolojik olarak şeytandan kurtulduklarına inanmalarını sağlamaktadır. Bu işi nasıl yürüttüğünü göstermek için de son yapacağı ayinin bir kameraman ve muhabir tarafından görüntülenmesine izin verir.

Film hakkında insanların neler yazdığına baktım da, bunun hayatında seyrettiği en kötü film olduğunu söyleyen insanlar acaba bu filmden ne bekliyorlardı çok merak ediyorum. William Peter Blatty’nin The Exorcist’inin devamını mı ya da onun kalitesinde bir film mi?

Doğrusu benim beklentimi karşılayan bir film oldu. Korku sineması için bir başyapıt veya kilometre taşı denemez elbette ancak bahsedildiği gibi berbat bir film de değil. Özellikle vaizin gerçekten ayin düzenlemeyip insanlara gösteri sunuyor olması fikrini oldukça keyifli ve orijinal buldum.

Sanki gerçekmiş gibi yaparak el kamerasıyla veya televiyon kamerasıyla çekilen filmler furyası artık biraz sıkıntı verici olmaya başladı. Her yıl bu tipte bir veya iki film görmemiz mümkün. İlk kullanıldığında özgün bir fikir olduğunu kabul etmek lazım ama sıklıkla kullanıldıkça can sıkıcı bir hal almaya başlıyor.

Tuhaf gelecek belki ama bence filmin bir eksisi afişinde resmedilen sahnenin filmde yer almıyor olması.

Tüm korku filmi severlere, fazla bir beklenti içinde olmadan seyretmelerini tavsiye ederim.

http://www.imdb.com/title/tt1320244/

13 Ocak 2011 Perşembe

FİLM KRİTİK: The Ghost Writer (2010)

İngiltere’nin eski başbakanlarından olan bir politikacı anılarını yayınlamak istemektedir. Bunun için yayınevi kendisine bir ‘hayalet yazar’ önerir. Politikacı Amerika’daki villasında bulunduğu için yazarın da oraya gitmesi gerekmektedir. Kitabın taslağı hazırdır. Eski başbakanla birkaç röportaj yaparak taslağı yayına uygun bir hale getirmeyi planlamaktadır. Bu arada politikacının, anılarını da yazan kişi olan yardımcısının şüpheli bir biçimde öldüğünü öğrenir.

Roman Polanski gerçekten ‘usta’ sıfatını sonuna dek hak eden bir yönetmen. Neredeyse elli yıldır film çekiyor ve hangi türe el atarsa atsın kaliteli filmler ortaya koyuyor. Korku, gerilim, komedi, kara film, dram… Şimdi de politik gerilim. Hikayenin sürükleyiciliği Pierece Brosnan (eski başbakan) ve Ewan McGregor (hayalet yazar) gibi iki deneyimli oyuncu sayesinde daha da artıyor. Belki Polanski’nin en iyi filmi değil ancak kesinlikle gayet iyi bir film. Komplo teorisiyle bezeli buz gibi bir politik gerilim izlemek isteyenlere şiddetle önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt1139328/

DİZİ KRİTİK: Rubicon (2010)

Will Travers, Amerikan Politika Enstitüsü (API) isimli bir kuruluşta analist olarak çalışmaktadır. Her gün takım arkadaşlarıyla birlikte çeşitli belgeleri, dokümanları, gazete ve dergileri inceleyerek terörist örgütler hakkında veri toplamakta ve analiz yapmaktadır. Çok sevediği takım liderinin şüpheli bir biçimde ölmesiyle birlikte bir yandan da bu konuyu araştırmaya başlar. Araştırdıkça beklemediği bilgilerle karşılaşır ve etrafını bir şüphe çemberi kuşatır.

“Her komplo teori değildir” cümlesiyle yola çıkan dizi daha çok 70’lerin soğuk savaş dönemi filmlerini, özellikle de Three Days of Condor'u anımsattı bana. Bir başyapıt değilse de merakla izlenen bir dizi. Ajan, istihbarat örgütü, komplo teorisi gibi mevzulara ilgi duyanlara önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt1426352/

FİLM KRİTİK: Amer (2009)

Giallo tutkunu iki genç bir araya gelirler ve türün alameti farikalarından seks, siyah deri eldiven, tuhaf açılı çekimler, kurbanı takip eden gizemli katil, parlayan cinayet aleti gibi unsurları içeren bir film çekmeye karar verirler. Ancak filmde sadece bunların olmasını, bunlar dışında başka bir şeyin yer almamasını istemektedirler. Ve sonuçta ortaya Amer çıkar.

Gerçekten de filmde bunlar dışında başka bir şey yok mu? Var elbette. İlk bakışta izleyenin gözüne çarpmayan öyküsünde aslında Ana isimli kızın hayatının üç evresi anlatılmakta. Ancak yukarıda saydığım unsurlar mümkün olduğunca ön plana çıkartılarak gerçekleştirilmekte. Dolayısıyla film giallo hastaları dışında (giallo severler demiyorum, “hastaları”) diğer izleyiciler için sıkıcı hatta manasız bir deneyime dönüşebilir. Türe yabancı olanlara ise Lucio Fulci, Mario Bava ve Dario Argento gibi ustaların filmleriyle başlamalarını öneririm.

Heavy Metal ve alt türlerinde, gitar solo önemli bir yer ihtiva eder. Çoğu şarkının doruk noktasıdır solosu. Ancak tamamı gitar solodon oluşan parçaların olduğu bir albümü dinlemek de çok keyif verici olmayacaktır. Gitar solo, şarkının içinde bir anlam kazanır, tek başına değil! Dolayısıyla bu filmi de baştan sona gitar sololarla dolu bir albüm olarak düşünmek mümkün. İşte bana göre sıkıcı ve manasız olmasının nedeni de bu.

http://www.imdb.com/title/tt1426352/

DİZİ KRİTİK: Boardwalk Empire (2009 - )

Özgürlükler ülkesi Amerika’da her şey her zaman serbest değildi. 1920 yılında çıkarılan bir kanunla ülke genelinde içki satışı yasaklanmıştı. HBO televizyon kanalının bu yeni dizisi de işte bu dönemi işliyor.

Dizinin yapımcısı ve ilk bölümün yönetmeninin Martin Scorsese olması diziyi izlemeye başlamak için sanırım yeterli bir sebep. Amerikan suç dünyasına olan ilgisini Goodfellas, Casino gibi filmlerinden bildiğimiz yönetmen, bu yapımda da dizinin geçtiği Atlantic City üzerinden 1920’ler Amerikası’nın ‘mafya-siyaset’ ilişkisini ele alıyor. İçkinin yasaklanmasıyla birlikte Amerika’nın bir başka yönünü, ‘fırsatlar ülkesi’ oluşunu görüyoruz. Her yasakta olduğu gibi, birileri bundan faydalanarak cebini doldurmayı biliyor.

Scorsese faktörünü yeterli bulmayanlar için dizinin ana senaristinin önceki dizisinin Sopranos olduğunu belirtmekte fayda var. Ayrıca dizinin en önemli kozlarından bir diğeri de, Atlantic City’nin haznedarı Nucky Thompson rolünde izlediğimiz, bağımsız sinemanın aranan aktörü Steve Buscemi.

Her HBO dizisinde olduğu gibi bu dizide de şiddet ve cinsellik mevcut. Ancak abartıya varmayacak derecede. Dizinin görselliği, mekanları, kostümleri dönemi gayet güzel bir biçimde yansıtacak ve pek çok sinema filmini gölgede bırakacak denli başarılı. Hikayesi, karakterleri, tek bir karakterin öyküsüne ağırlık vermeyişi, karakter derinliği bakımından sürükleyici olmayı başarıyor. Üstelik sezonu 20 küsur bölüme tamamlamak için kastırmayıp 12 bölümde bitirerek tadında bırakıyor.


http://www.imdb.com/title/tt0979432/

ANİMASYON KRİTİK: Boogie, el Aceitoso (2009)

Kiralık katil olan Boogie için adam öldürmek son derece sıradan bir olaydır. Kendisini kiralayanların öldürmesi için para ödedikleri bir hedefi öldürmekle sokakta kendisinden para isteyen bir dilenciyi öldürmek arasında hiçbir fark yoktur. Kadınlar konusunda da son derece maçodur. Onun için kadınlar aptal, sinir bozucu, dayak yemeyi hak eden, ikinci sınıf varlıklardır. Böylesine sevimli (!) bir karakter olan Boogie’nin günün birinde patronuyla arası açılır ve kendisini öldürmesi için peşine bir başka kiralık katil takılır.

Mizahi bir dile sahip, kara film havasında bir animasyon. Japon animeleri dışında görüp görebileceğiniz en sert, en kanlı animasyonlardan biri. İlgi çekici bir anti-kahraman portresi çizmesine karşın hikaye ilerledikçe vaat ettiği denli keyifli-eğlenceli olmadığı ortaya çıkıyor. Ancak yine de benzerine az rastlanır bir yapım.

http://www.imdb.com/title/tt1235827/

FİLM KRİTİK: Cronos (1993)

Yaşlı bir antikacı olan Jesus dükkanındaki heykellerden birini incelerken, heykelin içine gizlenmiş, böceğe benzer bir görünümü olan, altından yapılma tuhaf bir obje bulur. Bu objenin ne olduğunu, ne işe yaradığını anlamak için incelerken cismin mekanizması harekete geçer ve iğnesini adamın eline saplar. Bu kazadan sonra yaşlı adamda bir takım değişiklikler görülmeye başlanır. Ayrıca altın böceğin peşinde olan başkaları da vardır.

Bugüne dek kimisini sevdiğim kimisinden hiç hoşlanmadığım fantastik, bilim kurgu, korku filmlerine imza atan yönetmen Guillerma del Toro’nun oldukça uzun zamandır izlemek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım bu ilk filmi maalesef benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Doğrusu filmi ve hikayesini oldukça ‘hafif’ buldum. Yer yer komediye kayması ise, fantastik bir filmde veya bir korku filminde en sevmediğim özelliktir. Yönetmeni Pan’s Labyrinth, Hellboy gibi son dönem filmleriyle tanıyıp ilk dönemini merak edenler dışında kimseye tavsiye etmem.

http://www.imdb.com/title/tt0104029/

FİLM KRİTİK: La Doppia Ora (The Double Hour) (2009)

Bir otelde temizlikçi olarak çalışan Sonia ile eksi polis, güvenlik görevlisi Guido tanışırlar ve çıkmaya başlarlar. Ancak daha ilişkilerinin ilk günlerinde yaşanan trajik bir olay yüzünden Sonia tuhaf şeyler yaşamaya başlar.

‘Enteresan’ ve ‘gizemli’ bir film olduğunu düşünerek izlediğim film ‘katlanılmaz derecede sıkıcı’ çıktı. Evet, kendince bir enteresanlık ve gizem söz konusu ancak bir buçuk saat ayırmaya değecek derecede değil.

http://www.imdb.com/title/tt1379222/

FİLM KRİTİK: Rare Exports: A Christmas Tale (2010)

Finlandiya’da Korvatunturi Dağı’nda bilim adamları bir kazı yapmaktadırlar. Kazının amacı Noel Baba’yla ilgili gerçeği ortaya çıkarmaktır. Ancak araştırmayı yapanlar, gerçek Noel Baba’nın bildiğimizden ‘biraz’ farklı olduğundan haberdar değildirler. Kahramanımız Pietari kazı yapılan dağın yakınlarında, geyik avcılığı yapan babasıyla birlikte yaşamaktadır. Dağda yapılan kazı sonucu ortaya çıkacaklarla ilgili endişeleri olan küçük Pietari kendince bazı önlemler almaya çalışır. Fakat yine de bir takım garip olayların gerçekleşmesi engellenemez.

Rahatlıkla bugüne dek seyrettiğim en keyifli yılbaşı filmi olduğunu söyleyebilirim. Keyifli-eğlenceli demem yanıltmasın, yer yer izleyeni güldürse de bir komedi filmi değil; fantastik öğelerle bezeli bir korku-gerilim filmi. Orijinal ve eğlenceli hikayenin geçtiği karlı Finlandiya dağları da cabası.

http://www.imdb.com/title/tt1401143/

FİLM KRİTİK: Madeo (Mother) (2009)

Zihinsel sorunları olan bir genç, annesiyle birlikte kıt kanaat bir yaşam sürmektedir. Ancak günün birinde bu gen, liseli bir kızı öldürmekle suçlanarak gözaltına alınır. Suça uygun bir suçlu bulduğunu düşünen polis memurları daha detaylı bir araştırma yapmayı gerekli görmez. Gencin annesi tuttuğu avukatın da hiçbir işe yaramayacağını anlayınca oğlunu cezaevine gitmekten kurtarmak için işin başa düştüğünü anlar ve cinayet soruşturmasını kendi başına yürütmeye başlar.

2006 tarihli filmi The Host ile dünya çapında ün kazanan Güney Koreli yönetmen Joon-ho Bong’un yeni filminin ilgi uyandırıcı bir hikayesi var. Her ne kadar ‘üzerine suç yıkılan zihinsel özürlü genç’ fikri 2003 yapımı Memories of Murder filminin bir bölümünde kullanmış olsa da bu kez bu fikri ana konu yapmaya karar vermiş. Defalarca izlenecek denli vurucu bir film değilse bile kendini izletmeyi başaran bir yapım.

http://www.imdb.com/title/tt1216496/

FİLM KRİTİK: Monsters (2010)

Altı yıl evvel NASA uzaydan başka yaşam formlarına dair örnekler toplar. Ancak Dünya’ya dönüşte yaşanan bir kaza sonucu bu örnekler serbest kalır ve Meksika’nın yarısına yayılırlar. Amerikan ve Meksika hükümetleri o günden beri askeri güç kullanarak bu istilayı kontrol altında tutmaya çalışmaktadırlar. Meksika’da bulunan bir foto muhabir, bu tehlikeli ortamda, patronunun kızına Amerika’ya dönüş yolunda eşlik etme görevini üstlenir.

Film hakkında ilk olarak bir şeyler okuduğumda beklentim oldukça yüksekti. District 9 ile The Road’un karışımı olarak nitelendirilmekteydi. Her ne kadar District 9’dan hoşlanmamış olsam da fikir ilgi çekiciydi. Ancak sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu. Hikaye ilginç olsa da iyi bir biçimde işlenememiş. Giderek içine çekmesi gereken film tam tersine, ilerledikçe daha da sıkıcı hale geliyor.

http://www.imdb.com/title/tt1470827/

FİLM KRİTİK: Kray (The Edge) (2010)

II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, bir tren makinisti, Sibirya’daki bir çalışma kampında görevlendirilir. Oldukça sert ve aksi mizaçlı bu inatçı adam, kampa birkaç kilometre uzaklıktaki bir bölgede, çürümeye terk edilmiş bir lokomotifi tekrar hayata döndürmeyi kafasına takar. Ancak lokomotifle birlikte hiç beklemediği birisi hayatına girer.

Tren temalı filmlerin sıkça çekilmediği göz önüne alınırsa, farklı şeyler izlemek isteyeceklerin ilgisini çekebilecek bir film.

http://www.imdb.com/title/tt1706414/

DİZİ KRİTİK: The Walking Dead (2010 - )

Şerif yardımcısı Rick Grimes bir çatışmada vurulur ve komaya girer. Haftalar sonra komadan çıktığında ise harabe haline gelmiş hastanede kimseyi bulamaz. Aynı durum sokaklar için de geçerlidir. Sonunda gerçeği öğrenir: Zombiler her yeri ele geçirmiştir. Karısı ve oğlunun hala hayatta olduğuna inanan kahramanımız onları bulmak üzere yollara düşer.

Bu yepyeni dizinin özellikle giriş kısmı 28 Days Later'ı anımsatıyor, değil mi? Oysa diziye kaynak teşkil eden çizgi roman daha eski tarihli. Peki piyasada zombilerin olduğu onlarca film ve dizi varken, bu dizinin burada yer almasını sağlayan ne? Elbette yönetmeni: Frank Darabont. Kendisi The Shawshank Redemption, The Green Mile ve The Mist gibi şaheserlerle gönüllerimize taht kurmuş bir zattır. The Mist'te olduğu gibi burada da kaotik ortamda insan davranışlarını gayet güzel yansıtmayı başarıyor. Altı bölümlük ilk sezonu yeni bitmiş bu diziyi, korku türüne ilgi duyan herkese öneririm.

http://www.imdb.com/title/tt1520211/

FİLM KRİTİK: Get Shorty (1995)

Mafya adına tefecilik yapan Chili Palmer, borç takan bir müşterinin peşine düşerek önce Las Vegas’a oradan da Hollywood’a gider. Yolu bir film yapımcısıyla kesişen adamımız, mafya işlerini bırakıp film piyasasına girmeye karar verir.

Kadrosunda John Travolta, Gene Hackman, Danny DeVito gibi isimleri barındıran, eğlenecelik bir film. Elmore Leonard’ın romanından uyarlama.

Bu filmi severseniz 2005 yapımı devam filmi Be Cool da ilginizi çekebilir.

http://www.imdb.com/title/tt0113161/

FİLM KRİTİK: Witchfinder General (1968)

İngiltere’de iç savaşın yaşandığı dönem. Bu dönemde aynı zamanda cadı avcıları da faaliyet göstermektedir. Cadı olduğu veya şeytana taptığı şüphelenilen kişileri sorguya çekmektedirler. Matthew Hopkins de yardımcısıyla birlikte köy köy gezerek cadı avlayan yozlaşmış bir adamdır.

Vincent Price’ın cası avcısı Hopkins’i oynadığı, orta karar bir film.

http://www.imdb.com/title/tt0063285/

FİLM KRİTİK: Under Siege (1992)

Savaş gemisi Missouri artık ıskartaya ayırılıcaktır. Kaptanı için son olarak bir doğum günü partisi düzenlenir. Ancak bu parti sırasında gemi ve mürettebatı teröristler tarafından ele geçirilir. Gemiyi kurtarabilecek tek kişi eski bir deniz komandosu olan geminin aşçısıdır.

Stevan Seagal’in başrolünde yer aldığı, boş zamanda kafa dağıtmak için izlenebilecek, derinliksiz bir aksiyon filmi.

http://www.imdb.com/title/tt0105690/