2 Nisan 2011 Cumartesi

FİLM KRİTİK: The King’s Speech (2010)

1925 yılı İngilteresi’nde her ne kadar Kral V. George hüküm sürse ve veliahdı büyük oğlu Edward olsa da, York Dükü olan küçük oğlu George’un da sık sık halk önüne çıkarak konuşma yapması gerekmektedir. Ancak sorun şudur ki Dük, özellikle kalabalık karşısında konuşurken kekelemektedir. Bir lider olarak halkı tarafından ciddiye alınmak için bu sıkıntısından kurtulması gerekmektedir. Konuşma uzmanlarından ve terapistlerden ümidi kesmiş olmasına rağmen eşi, tuhaf yöntemleri olan bir uzman bulur. Önceleri uzak bir ihtimal gibi görünse de babasının ağır hastalığı ve veliaht olan ağabeyinin hodbince davranışları kendisinin kral olarak başa geçme olasılığını gündeme getirir. Üstelik Komünist Rusya ve Nazi Almanyası’nın varlığı yaklaşan bir savaşın habercisidir ve bu kritik dönem güçlü bir lider gerektirmektedir.

Sesiniz var, ağzınız var, diliniz var ama konuşamıyorsunuz. Nefes almak kadar doğal ve kolaylıkla gerçekleştirdiğimiz bir şey, bir başkası için çok büyük bir sıkıntı. Bu insanın sıklıkla halka hitap etmesi gerekiyor ve meslek değiştirme imkânına da sahip değil. Gerçekten çok sıkıntılı bir durum.

İşte film de bu bunaltıcı vaziyeti aktarıyor. Malumunuz, bu yılki Oscar ödüllerinin büyük bir kısmını silip süpürdü. Eh, kendisine mazhar görülen bu itibarı büyük ölçüde hak eden bir film doğrusu. Daha önce pek dişe dokunur bir yapıma imza atamamış yönetmeni Tom Hooper’ın ilk büyük çıkışı. Başrollerde yer alan yılların tecrübeli isimleri Colin Firth ve Geoffrey Rush’a yan rollerde pek sevdiğimiz kişiler olan Helena Bonham Carter ve Guy Pearce eşlik ediyor.

http://www.imdb.com/title/tt1504320/

Hiç yorum yok: