3 Nisan 2011 Pazar

FİLM KRİTİK: Black Swan (2010)

“Bundan öncekiler kusurlu olduğu için kusursuzdu, bu ise kusursuz olduğu için kusurlu.”

Suskunlar – İhsan Oktay Anar

Nina, hırslı, yetenekli, mükemmel olma arzusunda genç bir balerindir. Bu hırsını büyük ölçüde, kendisine hamile kalması sebebiyle kariyerine genç yaşta son veren annesi kamçılamaktadır. Çalıştığı dans topluluğu yeni sezonda Kuğu Gölü'nü sergileyecektir. Gösteri yönetmeni baş balerin olarak, gösterinin her iki baş karakterini de canlandırabilecek derecede yetenekli bir balerini seçmek istemektedir. Öylesine yetenekli olmalıdır ki hem Beyaz Kuğu’nun saflığını, temizliğini, kırılganlığını hem de Siyah Kuğu’nun karanlığını, kötücüllüğünü, şehvetini, baştan çıkarıcılığını yansıtabilmelidir. Rolü aldığı andan itibaren takıntılı bir hazırlık dönemine giren Nina, sadece fiziksel değil, aynı zamanda büyük bir ruhsal yıpranma da yaşayacaktır.

Kendisini ilk filmi Pi'den beri takip ettiğim ve her yeni filmini merakla beklediğim, sıra dışı bir yönetmen Darren Aranofsky. Doğrusu The Wrestler'dan sonra kendisinden The Fountain gibi bağımsız ve nevi şahsına münhasır bir film beklemekteydim. Oysa ki karşımıza Oscar yarışında iddialı bir gişe filmi ile çıktı.

Usta yönetmen bu filminde bir nevi The Wrestler'daki öykünün tepetaklak edilmişini anlatıyor. Nasıl ki orada parlak günlerini çoktan geride bırakıp dibi bulmuş bir güreşçi eskisini anlattıysa; burada da zirveye doğru emin adımlarla ilerleyen, hırslı bir genç balerinin öyküsünü anlatıyor.

‘Kusursuz’ olma arzusundaki Nina’nın sırtındaki yük oldukça ağır. Bir yanda kendi yarım bıraktığı hayallerini tamama erdirmesini isteyen annesi var. Diğer yanda kusursuz bir performans elde edebilmek için kendisini kışkırtan sahne yönetmeni. Bir başka yanda ise yapacağı en ufak bir hatayı, yerini almak için fırsat bilecek, akbaba gibi bekleyen sahne arkadaşları. İşte böylesi bir psikolojik baskı altında ‘siyah’la ‘beyaz’ın raksını, ‘Yin’le ‘Yang’ın izdivacını izliyoruz.

İlk olarak Leon'daki efsanevi Matilda karakteriyle kalbimizi fetheden, sonrasında yeni Star Wars serisinde canlandırdığı Amidala ile gönlümüzdeki yerini perçinleyen Natalie Portman kariyerinin en iyi oyununu sergiliyor. Şaşırtıcı biçimde bu başarısı Oscar komitesi tarafından da verilen En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle onaylandı. Oysa biz kendilerinden, bu filmdeki performansını görmezden gelip, seneye “Aman biz geçen sene ne halt ettik” paniği ile vasat bir rolüne ödül vermelerini bekliyorduk sıklıkla yaptıkları gibi.

Filmin muhteşem görsel atmosferinin ardında yatan en büyük etkense, The Wrestler hariç Aranofsky ile tüm filmlerinde çalışmış görüntü yönetmeni Matthew Libatique.

Son olarak belirtmek istediğim bir husus var: Evet, kesinlikle iyi, hatta çok iyi bir film. Hikayesiyle, görselliğiyle, oyunculuğuyla son derece başarılı bir yapım. Ancak kimi izleyicilerin tabir ettiği gibi ‘tüm zamanların en iyi filmlerinden biri’ de değil bence.

http://www.imdb.com/title/tt0947798/

Hiç yorum yok: