21 Şubat 2010 Pazar

FİLM KRİTİK: The Book of Eli (2010)

Büyük bir savaşın yaşanmasından sonra medeniyetin çöktüğü, ortalığın toza dumana bulandığı bir dünyadayız. İnsanlar bir yudum su, bir lokma yemek için tereddüt etmeksizin birbirlerini öldürmektedirler. Böyle bir ortamda kahramanımız belli bir amaç doğrultusunda, belli bir hedefe doğru gitmektedir. Üstün dövüş yeteneklerine sahiptir ve onu, kararlılıkla ilerdiği yolundan hemen hemen hiçbir şey döndürememektedir. İlerleyişini sürdürürken yolu bir kasabaya düşer.

Güzel bir atmosfer, ilgi çekici bir hikaye ancak vasat bir işleyiş. Kötü bir film olduğu söylenemez ancak tekrar tekrar izlenecek bir film de değil. Benzerleriyle kıyaslama yapılacak olursa ne Mad Max kadar başarılı, ne de The Postman kadar kötü diyebilirim. Yoğun bir biçimde yapılan Hıristiyanlık propagandası göz ardı edilse bile film içinde bazı markaların reklamlarını görmek sıkıntı veriyor. Ancak Gary Oldman’ı izlemek her zamanki gibi ayrı bir keyif. Post-apokaliptik bilim kurguya ilgi duyanlara.

http://www.imdb.com/title/tt1037705/


ALBÜM KRİTİK: Burzum – Belus (2010)

Sonunda hapishaneden çıkmayı başaran Varg Vikernes, biz hayranlarına 11 yıl aradan sonra bir albüm, 14 yıl aradan sonra bir Black Metal albümü sunuyor. Bir Burzum albümünden bekleneceği üzere soğuk, karanlık ve derin bir atmosfere sahip. Parçalar yine minimalist tarzda, basit ve tekdüze melodiler üzerine inşa edilmiş. Üstat bir kez daha son derece basit ezgilerle gayet derinlikli şarkılar bestelemeyi başarmış. Albüm sound olarak ilk Burzum albümleriyle Filosofem’in bir karışımı gibi geldi bana. İlk üç albüm tadında bir albüm beklememek gerek. Bunca yıl aradan sonra çok daha vurucu, çok daha karanlık bir albüm bekliyor olduğumu da söylemeliyim. Ancak kötü bir albüm kesinlikle denemez. Kendine has, gayet hoş bir atmosfere sahip. Black Metal dinleyen, özellikle de türün Norveç yöresinde icra edilenine ilgi duyan herkesin muhakkak dinlemesi gereken bir albüm.


ALBÜM KRİTİK: Rotting Christ – Aealo (2010)


Rotting Christ benim için çok özel olan gruplar arasındadır. Karanlık sound’u orijinal melodilerle harmanlayan, suyunu çıkarmadan yerel ezgiler katmayı başaran nadir gruplardandır. Her ne kadar uzun zamandır çok iyi bir albüm yayınlayamamış olsalar da geçmişte son derece başarılı, hatta artık klasikleşmiş albümlere imza atmışlardır. Bu albümü de fazla bir beklenti içinde olmadan, eski güzel günlerin hatırına dinlemeye başladım. İlk dinlediğimde burun kıvırmış olsam da dinledikçe albüm fazlasıyla hoşuma gitmeye başladı. Yine etkileyici ve akılda kalıcı melodiler, Sakis’in yırtıcı vokali, klasik Rotting Christ gitarları mevcut. Bazı şarkılarda kullanılan kadın vokal korosu değişik ve hoş bir hava katmış. Sanırım Khronos’dan beri en beğendiğim Rotting Christ albümü oldu. Bazı şarkılarda bariz bir Non Serviam havası seziliyor. Albümdeki tüm şarkılar gayet başarılı olsa da benim nazarımda öne çıkanlar Noctis Era, Fire Death and Fear ve …Pir Threontai. Albümde yer alan her parçayı sevdiğimi söylesem de en sonda yer alan Diamanda Galas cover’ı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Şarkıyı sevmemekle birlikte gereksiz bulduğumu bile söyleyebilirim. Oysa ki eskiden ne de güzel Kreator ve Current 93 cover’ları yapmışlardı. Sonuçta sırf Black Metal dinleyenlere değil, Metal dinleyip de iyi bir albüm dinlemek isteyen herkese tavsiye olunur.

FİLM KRİTİK: Plague Town (2008)

Amerikalı bir aile, İrlanda’da bir doğa gezisine çıkarlar. Şehre dönecekleri otobüsü kaçırırlar ve geceyi ormanlık arazide geçirmek zorunda kalırlar. Elbette kendilerini ormanda tuhaf tehlikeler beklemektedir.

Gayet vasat ve son derece sıkıcı bir korku filmi.

http://www.imdb.com/title/tt1118687/

7 Şubat 2010 Pazar

FİLM KRİTİK: Nokta (2008)

Hapisten yeni çıkmış genç bir hattat olan Ahmet, bir arkadaşının çağrısı üzerine Tuz Gölü’ne gider. Arkadaşı, amcasını ameliyat ettirebilmek için elindeki dede yadigârı, 13. yüzyıldan kalma Kur’an’ı satmak istemektedir ve kendisinden bağlantılarını kullanarak bir alıcı bulmasını rica eder. İlk başta bu riskli işi reddetse de paraya olan ihtiyacından dolayı istemeyerek de olsa kabul eder.

Derviş Zaim hiç şüphesiz Türk sinemasının en orijinal fikirlere sahip, en yaratıcı yönetmenlerinden biri. Ancak nedense bütün filmlerini izlerken bir yapaylık, bir eksiklik hissine kapılmışımdır. İlgi çekici konuları ve yaratıcı fikirleri olsa da filmlerini hep “hoş” olarak nitelendirmiş, hiçbir yapımına tam olarak bir hayranlık duyamamışımdır. İşte Nokta’da da bu yapaylık, eksiklik hissinin doruğa çıktığı fikrine kapıldım. Görüntüler, çekimler, konu ne kadar başarılıysa; oyunculuk ve diyaloglar da bir o kadar başarısız. Böylesi usta bir yönetmenin oyunculardan bu şekilde verim alamaması veya başka oyuncularla çalışmamış olması gerçekten tuhaf.

- Spoiler içeren kısım -

Üstat daha önceki filmlerinde olduğu gibi (Filler ve Çimen – ebru sanatı, Cenneti Beklerken – minyatür sanatı) bu filminde de geleneksel Türk sanatlarından biri olan Hat sanatını filmin çıkış noktası yapıyor. Hüsn-ü Hat sanatında harflerin tek seferde, hatta tek nefeste çıkması icap eder. Yönetmen de buna gönderme yaparak filmini kesintisiz tek plan olarak çekmiş (ki bence biraz zorlama olmuş). Filmin ismi ise Hz. Ali'nin "İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı" sözünden gelmekte. Ayrıca Ahmet’in sevgilisinin adının Elif olması, filmin tamamının bembeyaz bir fona sahip Tuz Gölü’nde geçerek Ahmet’in göz rahatsızlığının izleyiciye hissettirilmesi gibi hoşluklar da mevcut.

Derviş Zaim’in evvelki çalışmalarını beğenenlere ve farklı yapımlar izlemek isteyenlere önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt1433322/

KİTAP KRİTİK: Dövüş Kulübü – Chuck Palahniuk (Fight Club)


Hazır kitabı tekrar okumuşken hakkında üç-beş kelâm edeyim istedim. Bu yazıyı okuyanların, filmi de izlemiş olduğunu var sayıyorum.

Öncelikle nazarımda filmi daha çok beğendiğimi belirterek başlamak istiyorum. Kitap çok iyi ancak film mükemmel. Kitaptaki bazı uzun ve karmaşık mevzuların (örneğin Kargaşa Projesi’nin alt komiteleri, Marla’nın annesi, vs gibi) filmde es geçilmesi gayet isabetli olmuş. Ayrıca kitapta yer almamasına rağmen, mevzua cuk oturan (Tyler’ın bar sahibiyle olan diyalogu, “His name is Robert Paulsen”gibi) eklemeler de var. Kitap filmden daha karanlık, daha sert bir yapıda ve farklı bir sona sahip. (Film kesinlikle daha eğlenceli ve kitaba kıyasla daha mizahi bir havada.) Her ne kadar filmin sonu açık bırakılmış olsa da kitabın sonuna kıyasla bence daha tatmin edici. Filmden farklı olup da filmdeki halini daha çok beğendiğim bir başka husus ise elemanımızın Tyler’la tanışması. Filmi tercih ediyor olmam belki de kitabı okumamdan önce izlediğim içindir.

Bu kitabın verdiği keyif üzerine yazarın diğer bir romanı olan Görünmez Canavarlar’ı okuduğumu ancak zerre kadar hoşlanmadığımı belirtmek isterim.

Herkese ama özellikle filmi izleyip beğenmiş kişilere tavsiye ediyorum.

FİLM KRİTİK: Deadgirl (2008)

İki lise öğrencisi arkadaş bir gün okulu asıp, bira içip takılmak için kasabadaki terk edilmiş akıl hastanesine giderler. Hastanenin bodrumundaki tünellerde dolaşırlarken bir odaya girerler ve bu odada bir sedyeye bağlanmış, tuhaf görünümlü bir kız bulurlar. Arkadaşlardan biri kızı serbest bırakmaları gerektiğini düşünürken diğeri kimseye haber vermek zorunda olmadıklarını, kızı kendilerine saklayabileceklerini söyler. Zamanla ortaya daha tuhaf bir durum çıkar.

Enteresan ve orijinal bir hikaye. Tempo düşüklüğü kimi zaman rahatsız edici olsa da genel olarak farklı, başarılı ve izlenesi bir yapım.

http://www.imdb.com/title/tt0896534/

5 Şubat 2010 Cuma

FİLM KRİTİK: Smokin’ Aces 2: Assassins’ Ball (2009)

Emekliliğine az kalmış, orta seviyede bir FBI veri analistinin başına ödül konduğu bilgisi FBI’a ulaşır. Bu ödül sebebiyle analistin peşine pek çok suikastçının düşmesi beklenmektedir. Önemli bir pozisyonda bulunmayan bu ajanın öldürülmesi için görünürde bir sebep bulunmamaktadır. FBI ajanı sıkı bir korumaya alır.

İlk filmin devamı niteliğinde olmasa da ilk filmin pek çok özelliğini barındırıyor: Başına ödül konmuş bir hedef, peşine düşen tetikçiler, hedefi korumaya çalışan FBI ajanları, çok karakterli karmaşık bir öykü. İlki kadar başarılı bulmasam da yine de izlemesi keyifli bir film. Bu tarz filmlerden hoşlananlara önerilir.

http://www.imdb.com/title/tt1319743/

FİLM KRİTİK: The House Of The Devil (2009)

Üniversite öğrencisi Samantha yurttan ayrılıp ev tutmak istemektedir. Ancak bunu maddi olarak karşılayabileceğinden emin değildir. Bu yüzden kampüsteki ilan panosunda rastladığı bir bebek bakıcılığı ilanına telefon açar. İş o gece içindir. Paraya ihtiyacı olduğu için hemen kabul eder.

Konusu 1980’lerde geçen, 80’lerde çekilmiş hissi veren, 2009 yapımı bir korku filmi. Bir buçuk saatlik bu filmin, son 15 dakikasına gelene dek neredeyse hiçbir şey olmuyor. Hatta son 15 dakikada da pek matah bir şey gerçekleşmiyor. Tamam, bir film başladığı andan itibaren aksiyona, korkuya, gerilime yer vermek zorunda değildir. Ancak bu tarz bir korku filmi çekiliyorsa, asıl olayların gerçekleşeceği, temponun artacağı zamana dek gerilim hissini iyi vermek gerekir ki maalesef bu film bunu başaramıyor. Buna sıra gelene dek izlenecek çok daha iyi korku-gerilim filmleri var.

http://www.imdb.com/title/tt1172994/