30 Ekim 2009 Cuma

ANİMASYON KRİTİK: 9 (2009)

Gelecekte, insanlarla makinelerin giriştiği savaş sonucu dünya üzerinde canlı kalmamıştır. Sadece sırtlarında rakamlar olan minik mekanik varlıklar ve canavar bir robot vardır. 9 numara gözlerini böyle bir dünyaya açar. İlk başta anlam veremediği bu dünyada önce kendisi gibilerin oluşturduğu ufak bir topluluğu bulacak, sonrasında onlara mücadele etme cesareti verecektir.

Çok hoş, çok tatlı, pek şirin bir animasyon. Projenin arkasındaki isim Tim Burton. Ancak üstadın içinde veya ardında yer aldığı Nightmare Before Christmas veya Corpse Bride kadar başarılı bir yapım beklemeyin. Hele de Nightmare Before Christmas gibi tekrar tekrar seyredilecek bir film değil. Bir kez seyredin, keyifle izleyin, rafa kaldırın.

http://www.imdb.com/title/tt0472033/

29 Ekim 2009 Perşembe

FİLM KRİTİK: The Children (2008)

Evli bir çift, yılbaşı tatillerini geçirmek için çocuklarıyla birlikte, şehir dışındaki akrabalarının yanına giderler. Ancak bir süre sonra çocuklar tuhaf davranışlar göstermeye, anne babalarına saldırmaya başlarlar.

Çocukların korku öğesi olarak kullanılması güzel bir fikir. Fakat öykü ağır aksak ilerliyor ve ortaya sıkıcı bir film çıkıyor.

http://www.imdb.com/title/tt1172571/


27 Ekim 2009 Salı

HALLOWEEN - Cadılar Bayramı

Hazır Cadılar Bayramı’na sayılı gün kalmışken, filmlerden ve yaptıkları Halloween özel bölümleriyle dizilerden aşina olduğumuz, ancak çoluk çocuğun öcülü böcülü kostümler giyip, kapı kapı dolaşarak şeker istemeleri, mahalle sakinlerinin kapılarının önüne içinde mum yanan oyulmuş balkabağı koymaları dışında çok da bir bilgiye sahip olmadığımız bu enteresan gün ve kökeni hakkında biraz bilgi vermeye çalışacağım.

Halloween 31 Ekim’de kutlanan bir bayramdır. Kökeni, bir Kelt festivali olan Samhain’a dayanmaktadır. Samhain Festivali, bir tür hasat festivali olarak kutlanmaktaydı. Yılın aydınlık yarısının (yaz) bitişini ve karanlık yarısının (kış) başlangıcını temsil etmekteydi. Aynı zamanda Kelt yeni yılını da ifade ederdi.

Kökeni: Bir hasat festivali olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir de Ölüler Festivali olma özelliğine sahipti. Eski Gaeller, bizim dünyamız ile ölüler dünyası arasında bir sınır olduğuna ve bu sınırın Samhain’de iyice inceldiğine, bu sebeple de yılın bu döneminde ölülerin bu tarafa kolayca geçebildiğine inanırlardı. Festival gecesi ateşler yakılır, kurban edilen hayvanların kemikleri bu ateşlerde yakılırdı. İnsanlar, ruhların kendilerini onlardan biri zannetmeleri (veya korkup kaçmaları) için çeşitli kostümler giyerlerdi. Bu gelenek 19. yüzyılda Amerika’ya göç edenler tarafından devam ettirilmiştir.

İsim: Halloween tabiri aslında Hallowe’en şeklinde telaffuz edilir ki bu da All Hallows’ Even’ın kısaltılmış halidir. Buradaki ‘even’ ise ‘evening’in kısaltılmışıdır. Ayrıca Hıristiyan inancındaki All Saints’ Day (Azizler Günü) de Halloween’in ertesi günü kutlanır.

Trick or treat: Bir diğer rivayete göre bu gecede insan kılığına giren ölüler ev ev dolaşıp ev sahiplerinden yiyecek isterler, yiyecek verenlere bütün bir yıl boyunca iyi davranır, vermeyenlere ise kötü oyunlar oynarlardı. Bu da günümüzde çocukların kapı kapı dolaşıp şeker istemeleri şeklinde sürmektedir. (Trick or treat: “Ya şeker ver ya da oyun oynarız.”)

Balkabağı: Oyularak içinde mum yakılan balkabağının ismi Jack-o-Lantern’dır. Efsaneye göre Jack isimli düzenbaz bir şahıs, Şeytan’ı bir ağacın tepesine çıkarıp ağaca bir haç kazıyarak Şeytan’ın aşağı inememesini sağlar. Şeytan’la pazarlık yaparak kendisine bir daha yaklaşmamasını ister. Ağaçtan inebilmek için Şeytan bu şartı kabul eder. Öldükten sonra Cennet’e kabul edilmeyen Jack, Cehennem’e de kabul edilmez. Şeytan’ın kendisine verdiği, içinde bir köz yanan şalgamın ışığında Cennet’le Cehennem arasındaki bir bölgede kalır. Amerika’ya göç eden İrlandalı göçmenler bu efsaneye dayanan geleneklerini balkabağı kullanarak sürdürürler.


22 Ekim 2009 Perşembe

FİLM KRİTİK: Paranormal Activity (2007)

Genç bir çift olan Katie ve Micah, yaşadıkları evde tuhaf sesler duymakta, sebebi açıklanamayan bazı küçük olaylar yaşamaktadırlar. Katie, bunların doğaüstü kaynaklı olduğunu düşünmektedir. Bunun üzerine Micah, gerçekten böyle bir durum olup olmadığını anlamak, varsa durumun sebebini görüntülemek için bir video kamera alır. Evdeki gündelik hayatlarından kesitleri ve özellikle de gece uyurlarken yatak odalarında neler olduğunu kaydetmeye başlarlar.

Sonunda aylardır dört gözle beklenen, tırım tırım aranan, hayali kurulan film bulundu ve izlendi. Öncelikle şunu belirteyim ki filmi beklediğim kadar etkileyici ve korkutucu bulmadım. Filmde ürkütücü, ürpertici, tedirgin edici sahneler mevcut ancak genel olarak baktığımda bugüne dek izlediğim en iyi korku filmleri sıralamamda kesinlikle üst sıralarda yer alamaz.

Filmin öyküsü, klasik ‘perili-hayaletli ev’ filmlerindekinden çok farklı değil. Farkı yaratan işlenişi ve kullandığı teknik. Filmin amatör kamera ile çekilmesi, amaçlandığı üzere gerçeklik hissi uyandırmayı gayet iyi başarıyor. İzleyicide, görüntülenen olayların gerçekten de yaşandığı etkisi bırakıyor.

Amatör kamerayla çekilen korku filmi fikrinin öncülü sayılan The Blair Witch Project’le karşılaştıracak olursak, Paranormal Activity’nin daha tedirgin edici olduğunu söyleyebilirim. Bunun sebebi de Blair Witch’in açık arazide geçerken bu filmin bir evde geçiyor olması. Dolayısıyla izleyicinin özdeşim kurması, izlediği olayların başına gelebileceği hissinin uyanması daha rahat gerçekleşiyor. Ancak Paranormal Activity, ‘korkutma öğeleri’ içeren sahneler haricindeki, çiftin gündelik hayatını yansıttığı bölümlerde biraz yavan kalıyor.

Belki uzun süre ulaşılamadığı, belki de hakkında yazılıp çizilen övgü dolu yorumlar nedeniyle sanırım beklentimi çok yüksek tuttum bu filme karşı. Kesinlikle kötü bir film değil. Korku sinemasına meraklı herkesin muhakkak izlemesi gerektiğini düşündüğüm bir film. Ancak benim gözümde bir başyapıt olmayı başaramadı.

http://www.imdb.com/title/tt1179904/

18 Ekim 2009 Pazar

FİLM KRİTİK: Trick ‘r Treat (2008)


Film, Cadılar Bayramı gecesinde, bir kasabada geçen, bazı noktalarda birbirleriyle kesişen dört hikayeyi anlatıyor: Dolaştıkları evlerden şeker yerine balkabağı isteyen çocuklar, birkaç erkek bulup parti yapmak isteyen genç kızlar, okul müdürü, yaşlı ve yalnız bir adamın öykülerini izleriz.

Filmin imdb notunu gördükten ve hoşuma giden açılışını izledikten sonra, mükemmel olmasa da vasatın üstünde bir film izleyeceğimi düşünmüştüm. Ancak durum pek de öyle olmadı. Filmin dört öyküsünün de pek orijinal olduğunu söyleyemem. Yine de içlerinden birini seçmem gerekse, balkabağı toplayan çocukların olduğu bölümü daha çok sevdiğimi söyleyebilirim.

http://www.imdb.com/title/tt0862856/

3 Ekim 2009 Cumartesi

FİLM KRİTİK: Drag Me to Hell (2009)

Bir banka şubesinin kredi bölümünde çalışan Christine, aldığı kredi vadesinin biraz daha uzatılıp oturduğu eve el konmaması için talepte bulunan yaşlı bir kadının bu isteğini reddeder. Çingene olan bu yaşlı kadın, aşağılanıp rezil edildiğini düşünerek genç kızı lanetler. Christine üç gün boyunca kabus gibi bir hayat geçirecek, sonrasında da ölecektir.

Sam Raimi’nin korku türüne dönüş yaptığını duyduğumda gerçekten çok umutlanmıştım ama boşunaymış. Üstat, Evil Dead 2 ve 3’te yaptığı gibi korku ve komedi karışımı bir film çıkarmış ortaya. Evvelden beridir korku-komedi kırması filmlere ısınamamışımdır. Benim nazarımda bir film ya korku filmdir ya komedi, ikisini harmanlanmaya çalışan filmlerse şebeklikten öte bir şey değildir. Maalesef Drag Me to Hell de bu tabiri hak eden bir film olmuş. İşin daha da vahim yanı, sözde komik olduğu düşünülen sahneler çıkarılsa dahi, film ortalama bir korku filminden öteye gidemeyecek bir hikayeye sahip. Sessizliğin hakim olduğu bir sahnede, normal sesin 20 katı yüksek bir efektle “bir şey”in sahneye girerek seyircinin yerinden hoplatılmaya çalışılmasına, hele ki bu bayatlamış tekniğin ‘üstat’ bildiğimiz bir yönetmence kullanılmasına diyecek söz bulamıyorum. Bir çingene tarafından lanetlenme konulu hikayelere ilginiz varsa size Stephen King’in The Thinner (ülkemizde Falcı ismiyle İnkılap Yayınevi tarafından yayınlandı) adlı romanını tavsiye ederim.

http://www.imdb.com/title/tt1127180/

FİLM KRİTİK: District 9 (2009)

Yaklaşık 20 yıl önce, Johannesburg semalarında devasa bir uzay gemisi belirir. Bir süre sonra güvenlik güçleri geminin içine girdiklerinde, sağlıksız koşullardaki uzaylılarla karşılaşırlar. Geminin altındaki bölgeye bir kamp alanı kurulur ve mülteci durumundaki uzaylılar buraya yerleştirilirler. Zamanla bu bölge varoş mahalle haline gelir. Uzaylılar, insanlar tarafından orada istenmemekte, gitmeleri için gösteriler düzenlenmektedir. Uzaylılar konusuyla ilgilenen MSU adlı kuruluş, 9. Bölge’deki uzaylıların, daha uzak bir bölgede kurulan yeni bir yerleşim alanına taşınmalarına karar alır. Bunun için de bölgedeki uzaylılara öncelikle tahliye belgelerini imzalatmak gerekmektedir.

Doğrusu son zamanlarda yaşadığım en büyük hayal kırıklığı oldu diyebilirim bu film için. Film hakkında o kadar konuşulması, sağlam bir filmin geldiği şeklinde yapılan yorumlar, IMDB’deki sırası… Haliyle insanın beklentilerini yükseltiyor. Açıkçası filmi son derece manasız ve gereksiz buldum. Uzaylılar üzerinden göçmen-mülteci sorunlarına mı değinilmeye çalışılmış, farklı bir bilim kurgu filmi çekilmeye mi çalışılmış, çözemedim. Ne filmin ana karakteri olan Wikus’a (Cronenberg'in The Fly'ındaki Seth Brundle'ı anımsatmasına rağmen), ne de uzaylı ırka empati besleyebildim. Sırf “Neymiş bu kadar bahsedilen film?” diyerek meraktan izlenebilir. Ancak fazla bir şey beklememek lazım.

- Dikkat! Buradan sonra yazıda yer alanlar ‘spoiler’ niteliği taşımaktadır. Filmi izlemeden okumayınız. -

Film konu itibarıyla sıkıcı olmasının yanı sıra, pek çok soruyu da yanıtsız bırakıyor. Bu yaratıklar kimdir, nedir, nereden gelmişlerdir, kendi arzularıyla mı gelmişler yoksa sürgün mü edilmişler, gemi neden bozulmuş, hedefleri Dünya mıymış yoksa kaza eseri mi gezegenimize gelmişler, gezegenlerinden kaçmışlar mı, güvenlik güçleri kamp alanına indirilen uzaylıların yanlarına silah almalarına izin verme salaklığını nasıl yapmış… Ve daha onlarcası. Tamam, bir film, konusuyla ilgili her potansiyel soruya cevap vermek zorunda değildir. Ancak yukarıda saydıklarım gibi, konunun temeliyle alakalı bir takım hususları geçiştiriyorsa, bu can sıkıcı bir durum teşkil eder.

http://www.imdb.com/title/tt1136608/

2 Ekim 2009 Cuma

DİZİ KRİTİK: Harper’s Island (2009)


Henry, zengin bir işadamının kızı olan, çocukluk aşkı Trish ile düğünlerini gerçekleştirmek için, çocukluklarında her yaz tatillerini geçirdikleri Harper Adası’nı seçerler. Yedi yıl önce adada bir takım cinayetler işlenmiş, John Wakefield isimli bir katil, altı kişiyi vahşice öldürmüştür. Bu katliamda annesini kaybeden, aynı zamanda adanın şerifinin de kızı olan Abby, bu olaylardan sonra adayı terk etmiş ve o günden beri adaya ayak basmamıştır. Hem gelinin hem de damadın arkadaşı olduğu için kendini düğüne katılmak zorunda hisseder. Böylece akrabalar ve arkadaşların doldurduğu bir tekne Harper Adası’na doğru demir alır. Ancak düğün davetlilerinin adadaki otele yerleşmelerinin ardından adada garip ve rahatsız edici olaylar cereyan etmeye başlar.

Bu 13 bölümlük mini diziyi izlemeye başladığımda, en fazla iki-üç bölüm izledikten sonra sıkılıp bırakacağımı düşünüyordum. Ancak dizi gerçekten sürükleyici ve merak uyandırıcıymış. Tek bir adada ve belli sayıda karakterin arasında geçiyor olmasına rağmen, kesinlikle sıkıcı bir hale bürünmüyor. Özellikle, gerektiği yerde şiddet içeren sahnelerden kaçınılmaması gayet hoş. Her ne kadar daha güzel, daha vurucu bir sonla bitirilebileceğini düşünüyor olsam da, yeni bir şeyler arayanlara öneririm.

http://www.imdb.com/title/tt1232320/