30 Mart 2009 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Punisher: War Zone (2008)


Artık hepimizin malumu olduğu üzere çocukları ve karısı piknikteyken mafya tarafından öldürülen Frank Castle, o günden itibaren yasal düzenin yetersizliğinden faydalanarak işlediği suçlardan ceza almadan sıyrılan suçluların Cezalandırıcısı olmaya karar verir. 2004 yapımı olan Punisher’da da olduğu gibi yine orta karar bir çizgi roman uyarlaması izliyoruz. Ne kötü bir yapım ne de akıllara kazınacak kadar şahane. Bu filmde kahramanımız İtalyan mafyasıyla ve özellikle de sonradan Jigsaw ismiyle bilinen suçluyla mücadele ediyor. 2004 yapımı olandan farklı olarak Punisher’ın yardımcısı Microchip’i de izleyebiliyoruz. Punisher rolünün Rome dizisinden hatırladığımız Ray Stevenson’a verilmesi isabetli bir karar olmuş. Çerez olarak izlenecek filmler arasında.
http://www.imdb.com/title/tt0450314/

ALBÜM KRİTİK: Bolot Bairyshev - Kai Of Altai - Alas (2001)

Yıllar önce bir arkadaşımın çektiği bir CD sayesinde tanımıştım Bolot Bairyshev’i. Daha sonra o CD başka bir arkadaş tarafından kaybedilince pek üzülmüş, sanatçının adının yazılışını yanlış bildiğimden yıllarca arayıp tarayıp bulamamıştım. Geçenlerde bir yazıda ismine tesadüf edince, biraz uğraş sonucu bu albümüne ulaşmayı başardım. Üstadı aradığım yıllar boyunca Tuva müziği icra eden başka sanatçılara ve gruplara da rastlamıştım. Ancak Bolot Bairyshev’in o kayıp CD’deki şarkılarının (özellikle de açılış şarkısının) hissettirdiği atmosfer bambaşkaydı ve benzerine rastlamadım. Belki de erişemediğim şeyi hayalimde yücelttiğimi düşünüyorken bu albümü dinleyince kendime hak verdim: Bolot Bairyshev’in müziğinin havası bambaşka.
Üstat Tuva isimli Orta Asya memleketine özgü Throat Singing (Gırtlak Şarkıcılığı) tekniğiyle kopuz eşliğinde müzik icra etmekte. İlk dinleyene itici hatta böğürme gibi gelse de dinledikçe gerçekten zor ve etkileyici bir teknik olduğu anlaşılacaktır. Tek bir enstrüman, vokal ve temelde değişime uğramayan basit bir melodiyle bile etkili, hatta dinleyenin tüylerini ürpertecek bir müzik yapılabileceğinin kanıtı bence Bolot Bairyshev’dir. Albümdeki Kai Song, Ukok, Altin-Tuu en beğendiğim parçalar. Ancak özellikle Pray’i tek geçiyorum ve iddia ediyorum ki dinlerken içinize işleyecek.

22 Mart 2009 Pazar

FİLM KRİTİK: Chi bi (Red Cliff) (2008) / Chi bi xia: Jue zhan tian xia (Red Cliff 2) (2009)

2000 yapımı Crouching Tiger, Hidden Dragon’un hem gişede hem de Oscar ödüllerinde kazandığı başarının ardından epik Çin filmlerinde çok büyük bir artış yaşandı. Özellikle de Çin’deki hanedanlık mücadelelerinin anlatıldığı savaş filmleri. Doğal olarak ortaya çıkan filmlerin çoğu bu furyadan yararlanma çalışan vasat filmlerdi. Ancak çok başarılı filmler de görmedik değil. Örneğin Hero (Ying xiong) şiir gibi dövüş sahneleriyle, benzerlerinin arasından sıyrılmayı başaran bir filmdi.
Bu iki filmde de bir kez daha Çin’deki iktidar mücadelesine şahit oluyoruz. Filmler, Çin edebiyatının en önemli eserlerinden Romance of the Three Kingdoms’tan uyarlanmış ve Üç Krallık dönemini başlatan savaşı işliyor. Hollywood’a transfer olduktan sonra çok da dişe dokunur bir film çekemeyen yönetmen John Woo’ya, aşina olduğu coğrafyaya dönmek yaramış. Bu devasa filmin altından başarıyla kalkmayı başarmış. Hem karakterleri işleyişi, hem diyalogları, hem de savaş-dövüş sahneleri gayet tatminkar. Benzeri filmlerdeki dövüş sahnelerinde, fizik kurallarını hiçe sayan hoplama-zıplama hareketlerinin, burada çok da abartılmadığını belirteyim. Epik filmlerden hoşlananlar ve özellikle de antik Çin’de geçenleri sevenler için birebir.
http://www.imdb.com/title/tt0425637/
http://www.imdb.com/title/tt1326972/

21 Mart 2009 Cumartesi

FİLM KRİTİK: Repo! The Genetic Opera (2008)


Yakın bir gelecekte iç organlara zarar veren bir salgın hastalık ortaya çıkar. Pek çok insan bu hastalık yüzünden hayatını kaybeder. Bir genetik mühendislik şirketi olan GeneCo, insanlara ameliyatla hastalıklı organlarını değiştirebilme fırsatı sunar. Bu tedavi karşılığında insanları borçlandırır ve borcunu ödeyemeyenlerden Repo Man adı verilen haciz memurları aracılığıyla, organları geri alır. Ayrıca GenCo estetik ameliyatlar yapmakta ve bağımlılık yapıcı bir ağrı kesici madde de üretmektedir. Karaborsada bu madde, ölülerden üretilmektedir.
Yukarıda yazılanlardan filmin ne denli absürt bir öyküsü olduğunu sanırım anlamışsınızdır. Üstüne bir de filmin müzikal olduğunu ve müziklerin çoğunun Rock tarzı olduğunu belirtmem, sanırım durumu iyice katmerlendirir. Doğrusu filmi izlemeye başlarken, yarısına dahi varamadan sıkılıp kapatacağımı düşünüyordum. Ancak filmden çok keyif aldığımı, çok eğlendiğimi söylemem gerek. Tuhaf filmler ilginizi çekiyorsa filme bir şans tanıyın derim.
http://www.imdb.com/title/tt0963194/

20 Mart 2009 Cuma

FİLM KRİTİK: La Terza Madre (Mother of Tears) (2007)

Bir kilisenin bahçesinde yapılan kazıda tesadüfen bulunan bir tabut ve kutu ile başlar her şey. Kilisenin rahibi, kutuda bulunan parçaları inceleyip yorumlaması için bir sanat tarihçisine gönderir. Kutunun açılması ile kötücül bir güç harekete geçer. Gözyaşlarının Annesi’nin serbest kalmasıyla birlikte tüm Roma’ya bir şiddet dalgası yayılır. Bu kudretli cadıyı durdurmak, eski eserler uzmanı Sarh Mandy’e (Asia Argento) düşecektir.
Dario Argento üstadımız ilk ikisi Suspiria ve Inferno olan Three Mothers (Üç Anne) üçlemesini, yaklaşık 30 yıl aradan sonra tamamlıyor. Ancak maalesef kendini hâlâ 30 yıl öncesinde zannediyor olmalı ki öylesi bir film çekmeye yeltenmiş ve kendisine yakışmayan bir film ortaya çıkmış. Kesinlikle ilk iki filmin havasına, özellikle de Suspiria’nın etkileyiciliğine sahip değil. Tabii Suspiria’nın etkileyici atmosferinin oluşmasında büyük payı olan, filmin müziklerinde imzası bulunan Goblin gibi bir grubunun bu filmde yer almayışı da önemli bir etken. Yer yer sıkıcı, gereksiz hatta anlamsız sahneler bile mevcut. (Gotik görünümlü, manasızca gülüşen cadılar gibi!) Sadece Argento fanlarına önerilir, o da üstadın üçlemesini tamamlaması hatırına. Son olarak, yazıların aktığı kapanış bölümünde çalan şarkıya Cradle of Filth’ten Dani Filth’in vokal yaptığını belirtmek isterim.
http://www.imdb.com/title/tt0804507/

19 Mart 2009 Perşembe

FİLM KRİTİK: Far Cry (2008)

Hani bir tabir vardır ya; birisinden bahsederken “Bu iş için doğmuş” denir. Yönetmen Uwe Boll kesinlikle sinema için doğmamış! Kendisiyle ilk tanışmam Alone in the Dark’la olmuştu. Ardından Blood Rayne’e de imzasını atmıştı. Her ikisinin de ortak yanı bilgisayar oyunu uyarlaması ve çok kötü filmler olmalarıydı. Nedense kendisinin böyle bir takıntısı var; sürekli oyun uyarlaması filmler çekmeye girişiyor. Bilgisayar oyunlarından uyarlama yapmak zaten riskli bir iştir ve nadiren başarıyla sonuçlanır. Hele ki ehil olmayan bir yönetmenin elinde böylesi kepazelikler ortaya çıkar. Ancak üstat (!) ne yapılan eleştirileri, ne de bundan sonra film çekmemesi için internette başlatılan imza kampanyalarını takmıyor olacak ki film üretmeyi sürdürüyor. İşin ilginç yanı ortaya bu denli başarısız sonuçlar çıkmasına rağmen bir takım yapımcıların ve film şirketlerinin bu adama bütçe ayırıp film çektirmesi. Hele ki 2007 yapımı In the Name of the King kadrosunda Jason Statham, Kristanna Loken, Ron Perlman, Ray Liotta, Burt Reynolds, Leelee Sobieski gibi oyuncuları barındırıyordu. Buna rağmen sinema sanatının en kötü örneklerinden biri olmaktan kurtulamamıştı. Aynı adlı bilgisayar oyunundan uyarlanan bu filmde de kült oyuncu Udo Kier yer alıyor. Süper asker yaratma deneylerinin yapıldığı bir adaya gazeteci bir hatun ile kiralık tekne kaptanlığı yapan eski bir asker gelirler. Filmin şaşırtıcı yönü şu ki yönetmenin önceki filmleri gibi “berbat” veya “kötü” olmayıp sadece “vasat” bir yapım olması. Benzerlerinde kullanılan hemen hemen tüm klişeler bu filmde de mevcut. Bundan sonrası için tek dileğim Uwe Boll’un Half Life veya Diablo gibi kültleşmiş oyunlara el atmaması.
http://www.imdb.com/title/tt0460780/

17 Mart 2009 Salı

FİLM KRİTİK: The Hive (2008)

Hatırlıyorum da çocukluğumun geçtiği dönemde karıncaların, arıların, böceklerin insanlara saldırmasını konu alan filmler vardı. Nicedir böylesi bir filme rastlamamışken, biraz da nostalji yaşamak için The Hive’ı izlemeye karar verdim. Nitekim beklendiği üzere bir Uzak Doğu ülkesinde karıncalar, bilinmeyen bir sebepten ötürü insanları yok etmektedirler. Ülke yönetimi durumla başa çıkamayınca konusunda uzman bir ekip getirilir. Her zamankinden daha kalabalık ve daha saldırgan bu karınca sürüsüyle baş etmek artık onların görevidir.
Televizyon için çekilmiş, ucuz ve vasat bir film. The Swarm, The Bees, Ants gibi 70’lerdeki benzerlerini tavsiye ederim.
http://www.imdb.com/title/tt1062161/

FİLM KRİTİK: Small Town Folk (2007)

Bazı filmler vardır, kötüdür. Bazı filmler vardır, çok kötüdür. Bazı filmlerse berbattır. İşte bu film ‘berbat’ tanımını sonuna kadar hak ediyor. O denli gereksiz bir çalışma olmuş ki ‘B Sınıfı Film’ tabirinin kifayetsiz kalmasından ötürü ‘C Sınıfı’ demek uygun olur sanırım. Zira film, amatör kamerayla çekilmiş amatörce bir film!
Adının da uyandıracağı intiba doğrultusunda arabayla yolculuk yapan genç bir çift yanlış bir yola girerek kaybolurlar. Ve elbette karşılarına sapık katiller çıkar. Texas Chainsaw Massacre, The Hills Have Eyes, Wrong Turn gibi filmlerin son derece başarısız bir taklidi. Film ekibinden başka bu filmi sonuna dek izleyebilen olduğundan şüpheliyim.
http://www.imdb.com/title/tt0478265/

10 Mart 2009 Salı

FİLM KRİTİK: Martyrs (2008)

13 yaşında bir kız çocuğu kaçırılır, bir süre işkenceye maruz kaldıktan sonra kaçmayı başarır. Polis suçluları yakalamayı başaramaz. Bir süre rehabilitasyon merkezinde kalsa da normale dönemez. Aradan 15 yıl geçer ve büyüyen kızımız işkencecilerinin peşine düşer.
Yukarıda bahsedildiği kadarıyla sıradan bir intikam öyküsüne benziyor, değil mi? Oysa film olayı işkence gören kızın yıllar sonra suçlulardan intikam alması şeklinde basit tutmamış. Konunun içinde başka konular, başka olaylar da mevcut. Filmin en çok taktir ettiğim yanı, benzerleri gibi sadece bol kanlı şiddet sahneleriyle yetinmeyip, tüm bunlara enteresan da bir mevzu eklemesi. Sadece gore sahneleriyle değil yer yer öyküsüyle de rahatsız edici olmayı başarıyor. Bu tür filmlere ilgi duyanlara ısrarla önerilir.
http://www.imdb.com/title/tt1029234/

9 Mart 2009 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Coming Soon (2008)

Yakında gösterime girecek bir korku filminin ekibi tuhaf olaylar yaşamaya başlar. Aynı şekilde, filmin gösterileceği sinemada çalışıp filmleri korsan olarak kaydedip satan iki görevliden biri de ortadan kaybolur. Diğer sinema çalışanı bu gizemli olayları bir arkadaşıyla birlikte araştırmaya başlar.
Film içinde film olgusu, bir zamanlar orijinal bir konu olmuş olabilir. Ancak artık –özellikle de korku filmlerinde- orijinalitesini yitirmiş durumda. Sıradan bir korku filmi. Sadece izleyecek daha iyi bir şey bulamayanlara önerilir.
http://www.imdb.com/title/tt1307057/

7 Mart 2009 Cumartesi

FİLM KRİTİK: Death Bell (2008)

Okulun en başarılı lise son sınıf öğrencileri, diğer arkadaşları tatile çıkarken, üniversite sınavına hazırlık amacıyla, okulda kampa alınırlar. Başlarında üç öğretmenleri vardır. İlk dersin başlamasından kısa bir süre sonra sınıftaki televizyon ekranında bir görüntü belirir: Sınıf arkadaşlarından biri bir tankın içindedir. Görüntüye eşlik eden ses, verdiği soru çözülmediği taktirde, tankın su dolarak kızın öleceğini söyler. Ayrıca okulu terk etmeye çalışanlar da öldürülecektir. Ve bu daha başlangıçtır. Öğrenciler tek tek yakalanarak, diğer öğrencilere sorular sorulur. Tüm bunları yapan manyak bir katil midir yoksa intikam isteyen bir hayalet mi?
Her ne kadar ilginç bir hikaye gibi dursa da Uzakdoğu hayalet filmi klişelerini kullanmaktan geri kalmıyor. Gidişat açısından biraz Battle Royale’ı anımsatan filmi çok başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim.

5 Mart 2009 Perşembe

FİLM KRİTİK: Feast (2005)

Bir taşra kasabasının barında, sıradan bir akşamdır. Kasaba ahalisinden müdavimlerle yoldan geçerken iki tek atmak için uğramış karakterleri görürüz. Derken bara aniden elinde silahıyla bir adam girer ve bir takım canavarların, karşılarına çıkan herkesi öldürüp yemek üzere oraya doğru geldiğine dair bardakileri uyarır. Nitekim az sonra uyarısı gerçeğe dönüşür.
Film, girizgah faslını fazla uzatmadan direkt konuya dalıyor. En büyük artısı ise kendini ciddiye almaması ve makarasını geçmesi. Orijinal olmak gibi bir kaygısı yok. Daha önce benzeri filmlerde yüzlerce kez kullanılmış klişeleri pervasızca kullanarak hem onlarla hem de kendisiyle dalgasını geçiyor. Genel olarak From Dusk Till Dawn, Assault On Precinct 13 ve Evil Dead’in bir karışımı diyebiliriz. Buna benzer filmlere ilgi duyanların oldukça eğlenceli bulacağı bir yapım. Ancak kan, kusmuk, irin, cerahat gibi bedensel sıvıları ekranda görmek pek hoşunuza gitmiyorsa bu film kesinlikle size göre değil.
http://www.imdb.com/title/tt0426459/

3 Mart 2009 Salı

FİLM KRİTİK: Baghead (2008)

İki erkek ve iki hatun, bir film senaryosu yazmak üzere ormanlık bir bölgedeki bir yazlık eve giderler. İçlerinden birinin gördüğü rüyadan yola çıkarak, kafasına kesekağıdı geçirmiş bir katille ilgili bir hikaye yazmaya karar verirler. Ancak yazdıkları karakterin gerçekten de görünmesi korku dolu anlar yaşamlarına neden olacaktır.
Korkarım artık çoğu insan bağımsız film çekmeyi amatör kamerayla ve az sayıda oyuncuyla film çekmeye eş değer tutuyor. Tamam, bütçen kısıtlı olur, amatör kamera ve üç-beş oyuncuyla çekersin filmini ama dişe dokunur, elle tutulur bir öyküsü olsun. Filmin ilk bir saati gerçekten de çok sıkıcıydı. Bir saatlik süreden sonra temposu artsa da öykünün bağlanışını başarılı bulmadım. Özellikle kameranın kullanımı, bir karaktere döndüğünde ilk anda netliğini kaybedip bir-iki saniye sonra odaklanması, bir süre sonra iç bayıcı bir hale geliyor. İşin ilginç yanı, filmle ilgili yapılan bazı yorumları okuduğumda filmi beğenen, hatta çok beğenen insanlar olduğunu görmüş olmam. O yüzden belki sizin de hoşunuza gidebilir. Ancak bu filmi kendi açımdan tek bir kelimeyle değerlendirebilirim: Sıkıcı.
http://www.imdb.com/title/tt0923600/

ANIME KRİTİK: Battle Angel Alita (Gunnm) (1993)

Her ne kadar biraz eski bir yapım olsa da, hazır altyazı çevirisini de yapmışken, hak ettiği değeri tam olarak görememiş bu anime klasiğine değineyim istedim.
Öncelikle ortamdan bahsetmek gerek: Gökyüzündeki Zalem adlı şehirde yaşayan elit insanlar ve yeryüzünde, bir tür hurdalık görünümündeki şehirlerinde, yukarıdakilerin artıklarıyla yaşayan insanlar. Hurdalık şehirdeki ortam, yoğun biçimde Blade Runner’ın atmosferini anımsatıyor. Ana karakterlerimizden Dr. Ido gelmiş geçmiş en yetenekli siber doktorlardan biridir ancak Zalem’i terk etmeyi tercih etmiştir. Zalem’in çöplerinin atıldığı hurdalıkta dolaşırken sadece kafası ve gövdesi kalmış bir beden bulur. Atölyesine götürür ve tamir eder. Böylece, geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan, masum görünüşlü, ancak bir o kadar da güçlü cyborg Gally yeniden doğar.
Battle Angel Alita, dokuz kitaptan oluşan bir manga serisinin ilk iki cildindeki hikayeleri işlemekte: Rusty Angel ile Tears Sign. Diğer öykülerin neden çekilmediğini bilmiyorum ama sanırım devamının olmayışı anime tarihindeki en büyük hatalardan biridir. (Özellikle de günümüzde en vasat animelerin bile sezonlarca sürdüğü düşünülürse.) Gally'nin ve Ido'nun geçmişleri hakkında zihinlerde beliren soru işaretleri de bu yüzden maalesef cevapsız kalıyor. Anime seviyorsanız ve henüz bu köşede kalmış klasiği izlemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum.
http://www.imdb.com/title/tt0107061/

2 Mart 2009 Pazartesi

FİLM KRİTİK: Vampyrer (2008)

İki hatun bardadır. Bara bir motosiklet çetesi gelir. Kızlar çete liderini tuvalette öldürüp kanını içerler ve oradan kaçarlar. Durumu fark eden çete elemanları kızların peşine düşer ve gece vakti sokaklarda tuhaf bir kovalamaca başlar.
Let the Right One In gibi malum konuyu farklı bir bakış açısıyla ele almaya çalışan film, son derece sıkıcı. Orijinal belki ama kesinlikle akıcı değil. Filmin tek güzel yanı 65-70 dakikalık kısa sayılabilecek süresi.
http://www.imdb.com/title/tt1265994/